Edebiyat Muhabbetleri

Başlatan V, 15 Temmuz, 2010, 22:08:56

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

alan ford

  süper bir tanıtım olmuş bu arada , kitabı bir dahaki alışverişte hemen alıyorum, teşekkürler
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

havsar

Şiir yılmaz üniversiteden hocamdır. Bir keresinde dersten atmıştı beni :)
Öykü kitabı olduğunu biliyordum ama almamıştım. Bir ara alıyım bari.

hanac

Çok güzel bir yazı olmuş Hayal Kahvem.

Tebrik ediyorum ve başarılarınızın devamını diliyorum.

pizagor

Homo yazarus olun artık, biz alır, keyifle okuruz...
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


Hayal Kahvem


Buzdolabının kapısını araladığımda, patlıcan tek başına domateslerin üstünde yan gelmiş yatıyordu.  Şaştım kaldım. Çevrendeki birbirinden güzel kırmızı yanaklı domateslere, bi işmar et, bi yan gözle bak, bi pas ver di mi? Ne bileyim, bir ima... Bi iltifat... Nerdeee? O nasıl afilli tavır, o nasıl havalı çalım anlatamam. Yok artık!.. Kafam bi attı... Sen kimsin abicim, diye seslendim. Şu memleketin erkeklerinden kızlara hep mi tafra ya! Pes vallahi, dedim.  Tamam, A,C,B vitaminleri ile kalsiyum, fosfor, demir minarelleri olan bir sebzesin.  Sözüm ona, sinirleri yatıştırır, tansiyonu düşürür, kalp çarpıntısını giderirsin. Kandaki kolestrol seviyesini düşürür, damar tıkanıklığına iyi gelir, karaciğerin ve pankreasın çalışmasını düzenlersin. Böbrek ağrılarını ve yanmasını azaltırsın. Kilo vermeye yardımcı olursun. İyi de abicim, dünya alem biliyor, fena halde acısın işte... Haybeye mi tuzlu suda bekleterek acılığın gideriliyor söylesene? İmamlar bayılıyor vaziyetine, karnın boydan boya yarılıyor hünkar beğensin diye... Eeee...

Şu domatesler var ya...  Herbiri safın önde gideni.  Şööle havalı havalı dursalar var ya, o parlak ciltleri, bıngıl bıngıl endamlarıyla  Playboy'a kapak kızı olurlar vallahi.  Cazibelerinin kırıntısını farkedemiyorlar ki...  Onun yerine, dolaptaki tek patlıcana bi göz süzmeler, bi iç çekmeler... Yooo... Yok artık! Biz kadınlar ne zaman akıllanacağız ya! İlk çağları aklına getirsene... Taş devrinde erkek ava gidermiş. Döndüğünde o ne? Kadının karnı şişmiş. Tekrar ava yolculuk... Döndüğünde kadın bağır bağır bağırıyor. Erkek gözlerini pörtletmiş bakıyor. Niye? Çünkü kadının içinden bir canlı çıkıyor. Vay canına sayın seyirciler? Erkek kadını ilah gibi görürmüş o devirlerde. Taş devrindeki ilahe kadınlardan günümüzün çaresiz kadınlarına nasıl ve ne zaman dönüştük? Baksana hemcinsimiz sebzeler bile aynı vaziyette. Domateslere göz attım. Hani tv dizisi var ya... Umutsuz ev kadınları. Yeminle herbiri aynen öyle göründüler gözüme.

Hal böyleyken böyleydi işte. Patlıcanı kaptığım gibi alaca bulaca soydum. O yanık teni bi gitsin hele... Efendime söyleyeyim, karnını yardım kazma ilen bel ilen, yüzünü yırttım tırnak ilen el ilen türküsünü çığıra çığıraaa... Sonra ne mi yaptım? İşte şu yukarıdaki yemeği... Çok açım. Şu tabağı bi silip süpüreyim...  Neler olup bittiğini anlatırım elbette:)


Hayal Kahvem


"Metin'in attığı gollerin neredeyse hiçbiri sıradan değildi.
Hepsinin bir başkalığı, ayrı bir güzelliği olurdu.
"Gol goldür"  deyip geçmezdik o yıllarda.
Bizim için ancak güzel golün,
Metin'in attığı gollere benzer gollerin bir anlamı vardı."

Ülkü Tamer - Yaşamak Hatırlamaktır.

hennessy

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 17 Eylül, 2013, 21:16:34

"Metin'in attığı gollerin neredeyse hiçbiri sıradan değildi.
Hepsinin bir başkalığı, ayrı bir güzelliği olurdu.
"Gol goldür"  deyip geçmezdik o yıllarda.
Bizim için ancak güzel golün,
Metin'in attığı gollere benzer gollerin bir anlamı vardı."

Ülkü Tamer - Yaşamak Hatırlamaktır.

Ellerinize sağlık güzel sözler ile taçsız kralımızı andığınız için. Rahmetli babamdan dinlediğim iki yıldızdan biri idi diğeri lefter........
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

Hayal Kahvem



"Gel bu akşam misafirim ol. İki şiir atalım. Ben de ayıptır söylemesi klarnetle bir hicaz geçerim. Ah!.. Vapurlar iskeleye yanaşıp kalkar. Bööyle motör sesleri dinleyelim. Balıklar ağlarken bir of ülen offf çekelim."

İster inan ister inanma... Hiç duraksamadan... Ve takır takır... Bu Sadri Alışık lezzetinde lakırtıları eden bendim. Yooo... Bakma böyle yazdığıma. Misal seninle karşı karşıya gelsek var ya... İki lafı bir hizaya getiremeyeceğim gibi, mahcubiyetimden ya dilim tutulur ya da kekeleyebilirim.  Esasında öyle heyecanlı ve utangaç bir bünyeye sahibim.

İyi de, neler diyordum ben Allahaşkına? Asıl mühimi kime söylüyordum? Gözlerimi kocaman kocaman pörtlettim. Bu lakırtıları sarfettiğim, karşımda duran adamın suratına iyice dikkat ettim.  Aaa! Jonh Travolta değil mi? Evet, oydu. Pekiii... Koskoca John Travolta'nın bizim kuş konmaz kervan geçmez köyde işi neydi? Şaşkınlığımı çaktırmamaya gayret ederek, göz ucuyla bir bakış daha sarkıttım. Evet, tıpkısıydı inan ki.  Güya tanışıyormuşuk. Hem de bir sahnenin ortasındaymışık. Güya misafirliğe davet ediyormuşum. Yok artık... Nasıl denir? Yeşilmişik. Sazmışık. Yuf, dedim kendi kendime... Yuf, yani...  Hayal etmenin de bir endamı bir ölçüsü olur öyle değil mi? Tam o anda şahane bir şarkı çalmaya, John Travolta zannettiğim karşımdaki adam ise dizlerini kırıp, ayak parmaklarını yere sürterek dans etmeye başladı.  Hoppalaa!.. Öylece kalakaldım valla...

Bi dakka ya... Yüzlerce film seyretmiştim. Ne var yani? Rollerin hasını ezbere bilirim. Hem sonraa... Hayat bir sahne demezler miydi? Demek ki gene kendi kendime oynadığım oyunlardan birinin baş rolündeydim. Hal böyleyse, elbette bazı filmlerde gördüğüm, o cafcaflı kıptiyoz dümbeleklerin koftiden rol kesmeleri gibi hareket etmeyecektim.  Madem hayat bir sahneydi. Madem John Travolta'yı karşımda hayal etmiştim. Mahcubiyetimi ağlama dolabıma kilitleyebilir, şakkadanak yerli yerinde rol kesecek bir sinema oyuncusu vaziyeti  alabilirdim.

Hiiç utanmadım. Ayakkabılarımı çıkardım. Öncee... Bayram olsun her yer, diye bağırdım... Sooonraaa.... John Travolta gibi asla değil...  Bobby gibi değil... Cliff gibi de değil... Elvis gibi hiiç değil...  Abidik gubidik tivist tivist... Lap lup laba luba tivist tivist, tadında... Tamıtamına Öztürk Serengil manzarasında... Ellerimi ayaklarımı sallaya sallaya twist yapmaya başladım.


alan ford

 Bu plağı kaç yıldır ararım ,bulamam , bulsam çok pahalı olur falan , neyse belki bir gün
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

nejat hüseyin özal

Rahmetli Metin Oktay'ın Galatasaray'da oynadığı yıllarda ben ilkokula gidiyordum. O yıllarda film de çevirmişti. Taçsız Kral isimli film şimdi zaman zaman televizyon kanallarında gösteriliyor. Ben o filmi sinemada seyretmiştim ve çok sevmiştim. Yakın bir akrabam, tanıdığı bir kişi aracılığıyla o filmin afişini ve lobi kartlarını bulmuş ve benim için almıştı. Bunları bana hediye etmişti. Ben de yatağımın başucundaki ahşap duvara bunları raptiyelemiştim. Aman Allahım ne keyifti... Ama kıymetini bilemedim ve o belgeleri saklamadım... Şimdi hatırladıkça "Ah eşşek kafa!" diyorum kendi kendime. Hadi ben çocuktum, hiç olmazsa annemin ya da babamın kıymet bilip, bilinçli davranıp onları saklamaları lazımdı. Ama gitti işte... Şimdi yukarıda değerli üyenin paylaştığı Metin Oktay fotoğrafını görünce bunlar aklıma geldi. Elinize sağlık çok teşekkürler...

Hayal Kahvem


Analar bu çocukları nasıl güldürüyorsunuz
Nasıl yaz gökleri gibi böyle
Durgun sular iyi çağlar gibi
Kulaklarına neler fısıldıyorsunuz
Ne öğütler veriyorsunuz
Analar bu çocukları nasıl güldürüyorsunuz
[/b]


Bir çocuk koşuyor ardından çocuklar koşuyor biri daha koşuyor
Sarı at kuyruğu saçlar kırmızı kurdeleler benekli morlar
Bu etekleri nasıl biçiyorsunuz analar
Bu gömlekleri nasıl dikiyorsunuz
Analar bu çocukları nasıl giydiyorsunuz   




Nasıl büyütüyorsunuz nasıl şaşıyorum şaşıyorum
O eti o sütü nerden buluyorsunuz
Memelerinizi gür tutuyorsunuz
Bir top şıçrıyor ardından bir çocuk bir çocuk daha
Gücümüze güçler katıyorsunuz
Analar utandırıyorsunuz
Çağı utandırıyorsunuz
Çağdaşı utandırıyorsunuz

Şiir / Arif Damar
Fotoğraflar / Ali Öz




Hayal Kahvem


Bugün ilk kez yüzyüze görüştüğüm müşterime, sigortaları hakkında ayrıntılı bilgi verip, poliçelerini teslim ettim.  Derken laf lafı açtı. Duvarında asılı film afişi sebebiyle, konu sinemaya geldi dayandı. Sazı bir o aldı bir ben... Son günlerde seyrettiğimiz filmlerden bahsettik. Birbirimize filmler tavsiye ettik. Ben İstanbul'daki Film Festivallerini ilgiyle takip etmeye çalıştığımı söyledim. O ise ne dedi biliyor musun? Beş sinemasever  arkadaşıyla her Çarşamba gecesi buluştuklarından, aynı gece arka arkaya birkaç film seyrettiklerinden söz etti. Nasıl hoşuma gitti  anlatamam.  Yeni tanıştık filan diye düşünmedim. Elimde değil,  sevincimi hiiç mi hiiç gizlemedim. Hatta mahcubiyet perdemi iyice araladım. Çocuk gibi ellerimi çırpıştırdım... "Heyy! Ne güzeel!" dedim.  Sonra kaşlarımı devirdim... En Küçük Emrah sesimle "Keşke ben de gelebilsem." deyiverdim.

Olur mu hiç? Erkek erkeğe film seyrediyorlar. Benim ne işim olacak aralarında öyle değil mi?  Güldü.  "Gelin tabii.  Ama biz vurdulu kırdılı film seviyoruz. Hanımlar böyle filmlerden pek hoşlanmaz." dedi.


Allahım, ben ne zaman iflah olacağım? Ne dedim bil bakalım? Hiç duraksamadan, "Aaa! Bayılırım ben!" dedim. Sonrasını görmeni isterdim. Çünkü o andan itibaren artık ben filmdim. Nasıl iştahlı iştahlı anlattığımı gözünde canlandırmanı rica ediyorum. Konuşmama şöyle başladım. "Çocukken oturduğumuz evin balkonu, bir  yazlık sinemanın bahçesine bakardı. Beyaz perde var ya, tamıtamına  bizim balkonun  karşısındaydı. Size bir şey söyleyeyim mi, Cüneyt Arkın'ın bu filmleri vardır ya..." Müşterimin yan duvarında asılı film afişini işaret ettim." Hani Malkoçoğlu, Battalgazi, Kara Murat filan..." Hah işte... Şimdi yazarken bile inanamıyorum kendime valla. Nanananooommm... Çünkü o andan sonra artık Cüneyt Arkın bendim.


Bak şimdi... Misal, bir meşaleyle altı adam devirdiği sahnelerinden bahsediyorum tamam mı... Bu esnada masanın üzerindeki cetveli alıp havada sallıyorum. Efendime söyleyeyim diyelim,  kalenin o kooskocaa, yüksek mi yüksek, neredeyse elli metrelik surlarından  atlayarak kurtulur hani, diyorum. Utanıyorum yazarken valla... Bir koltuktan diğerine  hopluyorum. Son bir örnek daha vereceğim.  "Hatırladınız mı, kendisine atılan oklardan nasıl zıplayarak kurtulur." diyorum. Ve ayakta zıp zıp zıplıyorum. Fıçının içinde yuvarlanırken, ok atıp onlarca düşmanı vurduğunu nasıl anlattığımı şimdi yazmayayım. İyice vaziyetime acıyacağını tahmin ediyorum.


Doğrusunu söylemek gerekirse, uzun zamandır Cüneyt Arkın filmleri seyretmemiştim. Ben  bile bu kadar ayrıntıyı nasıl hatırladım hayret ettim. Du bi... Daha komikliğim bitmedi. O anda birdenbire Kara Murat'ın düşmanlarına yakalandığı bir sahne gözümde canlandı. Hangi filmdi acaba? dedim. Heyy!.. Kara Murat Kara Şövalyeye Karşı olmalı, diye devam ettim. Müşterim Kara Murat'mış, ben ise Kara Şövalye'mişim sanki tamam mı? Gözlerinin içine bakarak...

"Nayıır! Senin ölümün bu kadar kolay olmamalı. Önce ölümü özlemelisin. Beter acılarla kıvranmalı, seni öldürmem için yalvarmalısın." dedim. Sonraaa....

Sonra mı? Ne olacak? Sonrası iyilik güzellik:)


Hayal Kahvem


Şehre İnerim Bir Sinema Yağmura Çalar

"Yarayla alay eder yaralanmamış olan. 

Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden.

Sen ondan çok daha parlaksın çünkü...

Sen, tüm göklerdeki yıldızlarının ilki, 

Sen aydınlatırsın geceyi..."

Yoo. Daha önce bilmiyordum Shakespeare'in bu şiirini... 

Başka Sinema'nın, sevinçle karşıladığım, günde en az üç bağımsız film gösterimi diye başlattığı filmler arasında Onur Ünlü'nün yazıp yönettiği Sen Aydınlatırsın Geceyi adlı film de vardı. Nedense bu filmi, ilk haberini okuduğum günden beri merak etmiştim. Seyredememiştim. Onur Ünlü bir şairdi. Gidiyorum Bu adlı incecik kitabı her daim gözümün önündeydi.

Haftanın son iş günüydü. Derin bir istek yüreğime gelip yerleşti. Dayanamadım.  İstanbul'a gittim.

İlk filmi kaçırdım. Kaçırdığım filmin Sen Aydınlatırsın Geceyi olmamasına sevindim. İkinci filmdi. Zamanını bekledim. Salon tıklım tıklım dolmuştu. En arka sıranın en kenar ucundaki koltuğa oturdum. Film başladı. Sen Aydınlatırsın Geceyi, baştan sona siyah beyaz görüntüsü ve fantastik kahramaylarıyla, adeta bir çizgi roman  lezzetindeydi.  Filmin müziğini daha önce hiç işitmemiştim. Büyüleyici geldi.

Yarı gölgeli bir kuytuda itinayla biriktiği için belki, efsunlu bazı cümleler hayatın beklenmedik bir anında çıkıverir ya insanın karşısına hani... İşte bu dizeler, bir şairin yazıp yönettiği siyah beyaz filmin  görüntüleri arasında ansızın karşıma çıkıverdi...

Nasıl anlatsam bilmiyorum? İşte tam bu sahnede... Cemal, Yasemin'e bu şiiri okurken...  Tam o an... Zamanı durdurdum. Görünmez oldum. Sinema yağmura çaldı. Yanaklarım ıslandı.

NOT- Başlık, Ah Muhsin Ünlü'nün, Hatırlat Da Haziran Sonlarında Çocukluğumu Yakalım adlı şiirinin bir dizesi.


Hayal Kahvem


yarın yapılacak işler

"hayatın anlamı aranacak,
meşgul çıksa da, yılınmayacak, tekrar ve tekrar aranacak, ödemeli"


  Cümleler- Metin Üstündağ /Denemeyenler
Film Karesi -  Jean Seberg / Serseri Aşıklar

Hayal Kahvem


"Hatırla, 5 Kasım'ı hatırla..."



  "Ya o adamı?"
"Ama, o kimdi gerçekte?"
"Neye benziyordu?"



"Bize, fikirleri hatırlayın, dendi. Adamı değil.
Çünkü, bir adam başarısız olabilir, yakalanabilir, öldürülebilir veya unutulabilir.
Ama dört yüz yıl sonra bir fikir dünyayı değiştirebilir.
Fikirlerin gücüne bizzat şahit oldum.
Fikirler adına öldürülen  ve fikirleri savunurken ölen insanları gördüm.
Yalnızca, bir fikri öpemez, ona dokunamaz veya onu tutamazsınız.
Fikirler kan ağlamaz.
Acıyı hissetmezler.
Sevmezler.
Ve özlediğim bir fikir değil, bir adam.
5 Kasım'ı bana hatırlatan bir adam.
Asla unutmayacağım bir adam. "
Evey



" Bu maskenin altında bir yüz var, ancak benim değil.
Ne altındaki kaslardan daha 'ben'dir o yüz...
Ne de altındaki kemiklerden.
Bu maskenin altında etten daha fazlası var.
Bu maskenin altında bir fikir var!
Ve fikirler kurşun geçirmez. "
V


NOT- Yukarıdaki cümleler V For Vendetta'dan.
Her 5 Kasım'da illa seyrederim V For Vendetta'yı. Aşağıdaki ise  geçen sene yazdığım yazı... http://hayalkahvem.blogspot.com/2012/11/hatrla-5-kasm-hatrla.html