Yerli Filmler

Başlatan Hayal Kahvem, 14 Aralık, 2010, 00:23:49

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hayal Kahvem

Yeni Sherlock Holmes Olur Da, Yeni Cingöz Recai Olmaz Mi?

                         

Bugün yeni versiyon Sherlock Holmes filmini seyrettim. Seyrederken dedim ki kendi kendime, yazar olmak, resmen ölümsüzlükle esdeger.
Arthur Conan Doyle 1800 lü yillarin sonlarina dogru Sherlock Holmes'u hayal etmis. Yillarca kitaplari okunmus, filmleri çevrilmis. Yil 2010.
Halen bu kahraman dünyanin gündeminde. Iste ben misal. O kadar film dururken oturdum bu filmi seyrettim. Dedektiflik durumu oldu mu dayanamam!
Merak var ya bünyede bir kere. Bayilirim bu tarz kitap ve filmlere. Ayrica tüm elestirilere ragmen, sana bir sey söyleyeyim mi,
bence gerçek Sherlock Holmes tipi budur arkadasim, budur yani. Neydi o ekose ceketli ve ekose sapkali eski Sherlock Holmes'un hali.
Oh ya! Ünlü dedektif tam tipini bulmus. Kiligi, kiyafeti, komikligi, gözlemleri, hali, tavri, durusu, dövüs teknikleri vesaire, yeni halini eskisine bin defa tercih ederim.
Zaten filmi de keyifle izledim. Simdi dayanamayip asagiya geçen yil yazdigim bir yazimi ilistirecegim.
Sonra soracagim yeni Sherlock Holmes tipi var da, yeni Cingöz Recai olmaz mi?

                     

Ben var ya... Dün gece bir Türk filmi seyrettim. Bu filmi bloga yazayim deyince, bir bilsen nerelerde gezindim. Illa uçaga atlamamiza yada isinlanmamiza gerek yok ki.
Edebiyat ve sinema, dünyanin her yerini ve her çagi ayagimiza kadar getiriyor. Önce Ingiltere'ye uzaniyoruz birlikte... 1887 yilindayiz.
Ingiliz yazar Sir Arthur Conan Doyle'un evine, penceresinden bakiyoruz. Birseyler yaziyor. Agzinda piposu... Öyle hayal ediyorum...
Arada fincanindaki çayini yudumlarken, arada dumanini tüttürüyor olmali. Çünkü yarattigi hayali dedektif kahraman Sherlock Holmes'un elinde piposu vardir.
Tabi o zamanlar tütünün zararli oldugu bilinmiyor!.. Hayat verdigi bu kahraman okadar sevilir ki, yazardan daha ünlü olur.
Daha sonra Sherlock Holmes'le ilgili filmler ve televizyon dizileri çevrilir.

Bu kez 1900 lü yillarin baslarinda Fransa'dayiz. Moda, satafat ve romantizmin ülkesi, son günlerde bir sosyete hirsizi hakkindaki yeni haberlerle çalkalanmaktadir.
Bu durum gazetelere gün dogmustur.Kaçirirlar mi böyle haberleri hiç? Kimi hayali, kimi sahi haberler, dizim dizim gazetelerde yazilinca,
yazar Maurice Leblanc, bu firsati iyi degerlendirir ve Ingilizlerin Sherlock Holmes'i kadar ilgi çekecek bir kahraman yaratir.
Kibar, yakisikli, çok dil bilen, degisik kiliklara girebilen, çapkin, mücevher hirsizi Arsen Lüpen'in maceralari 20. yüzyilin ilk otuz yilina damgasini vurdugu gibi,
günümüze kadar ününü sürdürmüstür. Arsen Lüpen ile ilgili filmler ve televizyon dizileri çekilir.

                                 

Peki bu ünlü roman kahramanlarindan, memleketimizdeki yazarlar etkilenmemisler midir? 1924 yilinda, degerli yazarimiz Peyami Safa,
Server Bedii takma adiyla, Arsen Lüpen benzeri bir karakteri, Cingöz Recai'nin maceralarini edebiyatimiza kazandirir. Her ikisi de kilik degistirmede mahir,
esprili ve zeki, yakisikli ve çapkin, her ikisi de yasadigi olayin keyfine ve heyacanini ruhunda hisseden kahramanlardir.

Peyami Safa ekmek parasi kazanmak için bu hikayeleri yazdigini söylese de, Cingöz Recai Türk polisiye roman türünün öncüsü olarak kabul edilmektedir.
Daha sonra bu hikayeler, 1954 yilinda Metin Erksan tarafindan sinemaya aktarilmis ve Turan Seyfioglu Cingöz Recai'yi canlandirmis.
Esas 1969 yilinda Safa Önal'in yönetmenliginde çevrilen Ayhan Isik'li Cingöz Recai filmi bir kült film olarak kabul edilebilir. Iste bu filmi dün gece seyrettim.
Romanlarindaki gibi filmde de, Cingöz Recai'nin en büyük düsmani, polis komiseri Mehmet Riza'dir. Bu rolü canlandiran ise
Türk filmlerinin ünlü jönlerini seslendiren Abdurrahman Palay. Hani Türk filmlerine "n'ayir, n'olamaz!" sözcüklerini kazandiran kisi.
Filmdeki sahane sarkilari seslendiren Ertan Anapa. Sema Özcan, Ferudun Çölgeçen'li, renkli ve seyredilmesi keyifli bir film.

                                 

Filmin ilk bes dakikasinda Ayhan Isik'in sadece gözleri gösteriliyor. Yandan, önden, klark çekerken... O dönem sinema dünyasinin gözdesi olan aktörün,
en çok yesil gözleri kadinlara etkileyici geliyor olmali... Hapisten yeni çikmis olan Cingöz Recai kaldigi yerden is çevirmeye devam edecek,
polis müfettisi Mehmet Riza'yi çilgina döndürecek ve bu arada bir de kalp çalmayi ihmal etmeyecektir.
Cingöz Recai'nin ünlü kahkahasi ve sözleri, sadece filme degil izleyicinin bellegine damgasini vurdugundan midir nedir,
aklidan kolay kolay çikarilmayacak bir film. Cingöz Recai kendini çok begenir, yaptiklariyla çok eglenir.
Filmin sonunda hapse götürülürken sarfettigi söz, bence Cingöz Recai'yi anlatmak için yeterlidir.
Söyle der: "Bana mektup yaz, Selma... Adresim basit: Cingöz –Türkiye!" Dur bak! Cingöz Recai'ye ait bir söz daha yazmaliyim:
" Ben Cingöz Recai, baska türlü hareket edemezdim, benim de su kalbim olmasaydi, hayat daha kolay olurdu! " Sahiden çok alem bir film!...
Bu yaziyi geçen yil yazmistim. Bugün Sherlock Holmes filmini seyredince, keske Cingöz Recai'nin de günümüzde filmi çevrilse dedim.
Ne güzel olurdu. Peki Ayhan Isik yerine kim Cingöz Recai rolünü canlandirirdi acaba? Dur bakayim.
Bir düsünelim bunu. Himm.. Aaa! Adi neydi? Hani, sey.. Sey.. Olur mu?

Hayal Kahvem


                                   

Bilmiyorum  Karpuz Kabugundan Gemiler Yapmak adli filmi izlediniz mi?  Hani hem yazari hem yönetmeni Ahmet Uluçay'di.
Kendi çocuklugunu film yapmisti. Filmde 15 lerinde iki arkadas vardir hani... Ne güzel bir filmdir. Beni derinden etkilemistir.
Ne tatli bir ask hikayesiydir...  Hem bir sinema aski hem de bir kiza olan sevda... Saf... Tertemiz... Filmi seyredenler filmdeki türküyü hemen hatirlayacaklardir...
"Beyaz gezme toz olur, Siyah geyme söz olur, Gel beraber gezelim, Muradimiz tez olur. Salina da salina da gel, Hadi yavrum, Dön dolas gene bana gel"
Filmin yazari ve yönetmeni  Ahmet Uluçay geçen yil vefat etti maalesef... Daha 50 yaslarinda bir adam. Kütahya, Tepecik'ten. Ölüm herkesin basina...
Bir varmis bir yokmus oluyor. Sanki abraka dabra!.. Ne acayip bir numara...

                                     

Ama  ne sansli biri Ahmet Uluçay. Filmdeki türkü gibi kalacak akillarda. Karpuz kabugundan gemisine bindi ve yeni bir aleme dogru gitti.
Bu film mutlaka ama mutlaka seyredilmeli... Siddet içermeyen bir siddetle tavsiye ediyorum.  :)



ümitkr

Vildan selam,

Filmi izlemedim ama daha çekilirken ondan bahsedildigini duydum. Filmde oynayan Gülayse hanim tiyatro bölümünde hocamdi. Kamera arkasini falan az buçuk özetlemisti. Belki önümüzdeki günlerde face'den kendisine merhaba der düsüncelerini ve gözlemlerini aktarmasini isteyebilirim. Buradan paylasmak ayrica keyifli olur :O) Uygunsa ve face'ine bakarsa :(

kedidiro

 nedir bir filmi özel kilan...ne oyunculuk,ne teknik imkanlar ne sermaye...sait faik 'haritada bir nokta' öyküsünde der ya: ' tuttum kalemi öptüm,yazmasaydim çildiracaktim...' diye. iste 'karpuz kabugundan gemiler yapmak' öyle bir film...hiçbir numara çekmiyor seyircisine, sadece derdini tüm sicakligi ile anlatiyor...ahmet uluçay daha söyleyecek çok seyi olan bir yönetmendi...allah rahmet eylesin

alan ford

  Kısa filmleriyle tanmıştım Ahmet Uluçay'ı. Tavşanlı'nın bir köyünde iki arkadaş, kendi sinema serüvenlerini anlatıyorlardı. Köyde adları deliye çıkmış. Sonrasında diğeri iş güç derken ara vermiş bu işlere. Ahmet Uluçay'ın sinema sevdası baskın çıkmış hiç bırakmamıştı. İyiki de bırakmamış.  Bize böyle dört başı mamur bir film bırakmış.
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

Hayal Kahvem

Selam Ümit, öncelikle filmi izlemeni öneririm. Çok sevecegine eminim.

Alan Ford ve Kedidiro ne güzel paylasmislar filmle ilgili duygularini. Tesekkür ederim.

Bir sey söyleyecegim. Cemal Süreya'nin su siiri Ahmet Uluçay için söylenmis gibi degil midir?

Ölüyorum Tanrim
Bu da oldu iste
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum Tanrim
Ama, ayrica, aldigin su hayat
Fena degildir...
Üstü kalsin!





kedidiro

 ne yazik ki hayir...bu siir cemal süreya için geçerlidir ama ahmet uluçay için degil...izleyemeyecegimiz en güzel film 'bozkirda deniz kabugu' yarim kaldi ve eminim yüreginden ve beyninde anlatmak istedigi o kadar çok öykü vardi ki...

Hayal Kahvem

Kedidiro...  Peki geri aliyorum... Cemal Süreya da daha neler yazacakti kim bilir ama... Peki.. Haklisiniz... Çok gençti Ahmet Uluçay..
Gene de bir idealini gerçeklestirdi ve yaziyoruz iste.. Ruhuna rahmet diyoruz.... Sanatla ugrasanlar asla ölmezler ki... Anildikça hep yasayacaklar.
Karpuz Kabugundan Gemiler Yapmak bir efsane... Anlatilacak hep dilden dile... Ne söylenebilir ki baska...  Üstü kalsin.

Hayal Kahvem



                     

2009 da seyrettigim en güzel filmlerden biriydi Sonbahar. Daha Kim Ki Duk'un Ilbahar, Yaz, Sonbahar, Kis, Ilkbahar filmini yeni izlemistim.
Ardindan memleketim gençlerinden birinin, Özcan Alper'in yazdigi ve yönettigi bir film olan Sonbahar'i seyrettim. Özcan Alper'in ilk uzun
metrajli filmiymis ve yukaridaki fotograf Adana Altin Koza Festivali'nde ödül aldiginda çekilmis. Özcan Alper Artvin Hopa dogumlu ve film
yönetmenin kendi cografyasinda Çamlihemsin'de geçiyor. Filmde Hemsince ve Gürcüce konusuluyor. Film yilin en iyi on filmi arasindaydi.
Gerçekten çok güzel bir film...

Film "...her daim düsleri pesinde kosan sabirsizlik zamaninin güzel çocuklarina..." ithaf edilmis. Çünkü ülkemizde 122 kisi ölüm oruçlarinda,
32 kisi de hayata dönüs operasyonlarinda hayatini kaybetmis.Filmin kahramani Yusuf da üniversitede okurken, katildigi eylemlerden dolayi 22 yasinda
mahkum edilmis ve cezaevine girmistir. Yani Yusuf'un ömrünün ilkbahari hapiste geçecektir.10 yildir tutuklugu kaldigi hapishanede F tipi cezaevlerini
protesto etmek için açlik grevi yapan gruba katilir. Cigerleri iflas eder. 2 yil daha cezasi varken saglik nedeniyle tahliye edilir.


                             

Ömrünün ilkbaharini tutuklu geçirmek durumunda kalan Yusuf, yazi hiç göremeden ömrünün sonbaharina atlayacaktir.
Hani vardir ya bir türkümüz "Bahari görmeden yaz geldi geçti "diye, sanki bu türkü Yusuf gibiler için söylenir. Amansiz bir hastaliga
yakalandigini ögrenen Yusuf, cezaevinden çiktiginda, son günlerini geçirmek üzere, köyde yasayan yasli annesinin yanina gider.
Iste Karadeniz'in sonbahar mevsimindeki olaganüstü güzel dogasi ile ömrünün sonbaharini yasayan Yusuf'un hüzünlü hali kesisir.
Hazan'a hüzün bir kez daha acitarak yakismis, bu filmde yönetmen tabiat ve insan dogasinin sonbaharini sahane görüntülerle beyaz
perdeden yüregime geçirmeyi basarmistir. Bana göre çekimler, mekanlar ve sosyal ortamlar okadar dogal ki, filmde rahatsizlik verici birsey
bulmak mümkün degil. Annesiyle karsilasmasinda Hemsince konusmalari filmi çok daha samimi kilmis. Bildigim kadariyla Yusuf'un annesini,
bizim köylü teyzelerden birisi oynamis. Yönetmenin buna cesaret etmesi insani hayrete düsürüyor ama annemiz de rolünü hakkiyla yerine getiriyor.
Kirk yillik sanatçiymiscasina annenin hüznünü tüm dogalligiyla sergilemeyi becerebiliyor.

                 

Filmin bizimle paylastigi bir baska memleket gerçegi de Karadeniz'deki tabir i caiz ise natasalar meselesi. Rusya'nin parçalanmasi sonucunda bagimsizligini
kazanan ülkelerdeki trajediler nedeniyle ülkemize gelen Gürcü kadinlari konu etmis film. Neden böyle durumlarda kadinlar ve çocuklar hep çile çekerler diye
düsündürüyor film insana. Zira filmdeki kadin kahraman Elka memleketinde küçük çocugunu birakmis ve para kazanmak için Karadeniz'e gelmis bir Gürcü kadindir.

Ideolojik düsünceleri pesinde yillari hapiste geçmis Yusuf ve ülkesinin ideolojik meseleleri yüzünden çocugundan ve memleketinden ayri düsmüs, istemedigi yollardan
para kazanmaya çalisan Gürcü Elka'nin yollari kesisiyor. Yönetmen büyük bir zerafetle filmin sosyal mesajini izleyiciye geçiriyor ve neler olup bittigini tekrar tekrar düsündürüyor.


               

Yusuf hapisteyken babasi ölmüstür ve ablasi evlenip gitmistir. Annesi yaslanmistir. Köyde daha çok yaslilar yasamaktadir. Arkadasi Mikail köyde yasamaya
devam etmekte ancak ruh sagligi onun da çok iyi degildir.Yusuf yillarca hapis yattigi ve birkaç aya kadar ölecegini bildigi için içine kapanik bir hali vardir.
Yusuf rolündeki Onur Saylak Yusuf'un hüznünü hissettirmeyi basarmis. Ben Yusuf da bir pismalik durumu hiç sezmedim. Bence Yusuf'un hüznü, bukadar
genç yasta ölecegini bilmenin getirdigi dogal bir hissiyat durumu. Hiç kolay degildir ki bu durumun kabullenilmesi... Cemal Süreya'nin dedigi gibi "her ölüm erken ölümdür,"
ama Yusuf için çok erkendir sahiden.


Mevsim sonbahardan kisa dönmüstür. Yusuf elindeki tulumla annesine sahane bir ezgi terennüm ederken, tulumun sesi bir annenin
ogula yaktigi bir agita eslik etmeye baslayacaktir.Inanilmaz bir agittir bu! Memleketimin o yürek daglayan agitlarindan! Sonbahar bitmis ve
bembeyaz örtüsü ve sessizligi ile artik kis gelmistir.Dogal güzelliklerin degisimi ile yönetmen anlatmak istedigi hikayenin çok güzel anlaticisi olmus.
Film çok agir akiyor olsa da görüntüsü, oyunculugu,müzigi ve vermek istedigi sosyal mesajlari ile okadar etkileyici ki, sabirla fimin sonunu bekliyorsunuz.
Tavsiye ederim . Çok güzel bir film.





rumar80

    Uzun bir aradan sonra dizilere ara verip bu akşamı DVD akşamı yaptık. İki film tekmili birden seyrettik. İlki bir komedi: Eyvah eyvah
    Ata Demirer'in senaryosunu yazıp başrolünü oynadığı film gerçekten güzel bir komedi.
   Çanakkale'de anneanne ve dedesi ile yaşayan Hüseyin arkadaşları ile düğünlerde müzik yapan bir klarnetçidir. Gönlü kasabasına yeni atanmış Müjgan hemşiredir. Tam ilişkilerine ad konulacakken Hüseyin öldü sandığı babasının ölmediğini öğrenir. Yaşayıp yaşamadığını bilmediği babasını bulmak için İstanbul'a gelir ve yolu pavyon şarkıcısı Firuzan (Demet Akbağ) ile kesişir.
   Gerçekten güzel espiriler ile dolu bir film. Özellikle Çanakkale görüntüleri ile de gözünüze hoş gelecek bir seyirlik.

V


İzleme listeme ekleyeceğim bir film daha..




İkincisi de çıkmış..



"İstemem,eksik olsun.."

Tarkan Kurt

Birincisini izlemiş ve beğenmiştim. En kısa zamanda ikincisini de izlemek istiyorum.

Hayal Kahvem

İlk filmi çok severek izlediğimi hatırlıyorum. Geçen hafta ikincisini seyrettim. Bu film bana nasıl bir  duygu verdi biliyor musunuz?
İyiki Türkiyel'yim.. İyi ki Türkiye benim memleketim. İşte bu insanlar benim memleketimin güzel insanları.. Canlarım benim..
Evet.. Aynen bu duygularla çıktım sinemadan. Şahaneydi... İzlemeyenlere tavsiye ederim

Hayal Kahvem


                     


İnsan gecikmiş mahcubiyetlerden daha fazla mahcubiyet duyuyor biliyor musun? Misal, Cosmos'u neden şimdiye kadar seyretmediğimi yazarken sahiden mahcubiyet duyuyorum. Reha Erdem'in Kosmos adlı filmini sırf adı sebebiyle  seyretmek içimden gelmedi desem  ne dersin? Üstelik Carl Sagan'ın Cosmos adlı kitabını adından hiç etkilenmeden,  bilakis kitap cosmosla ilgili olduğu için okumuştum. Carl Sagan bir bilim adamı. Astrobiyoloji denilen evrende yaşam olup olmadığını inceleyen bilimin en tanıdık isimlerinden biri. Astrobiyoloji benim gibi hayalperest bir bünyeyi kışkırtan bilimlerden en önemlisi. Kosmos kitapta "Evreni oluşturan canlı ve cansız varlıkların birbirleriyle derinden uyumlu bağlarının gizlerini içerir." diye açıklanıyordu.


                       


Benim  kişisel tarihim içinde alışkanlıklarım, hayallerim, ön yargılarım hakkında oradan oraya savrulduğum çok olmuştur. Ama artık benim yaşamışlığımda ve  iyi okur birinin  kitap ve film seçerken; kitap, film hatta yazar isimlerinden etkilenmemesi gerekir öyle değil mi? Artık böyle anlamsız önyargılardan vazgeçme çağım çoktan geldi de geçti. Gene de benim igibi biri çin vazgeçmek kolay olmuyor demek ki. Bak şimdi, cosmos zaten ilgimi çeken çok heyecanlı ve gizemli bir konu. Düşünsene kosmos konusunda  binlerce yıldır yapılan keşifleri... Ve bundan sonra daha neler neler keşfedilecek kim bilir? İyi ama bir Türk fiminin adı neden Cosmos olsun ki! Bu film bir belgesel mi? Yoo... Değil. O halde özenti bir film  ismi mi? Bunlar aklımın süzgeçinden geçirmeye kalksam çoktan akıp gidecek saçma düşünceler aslında. Ama bazan bir iç ses dürtükler ya boşver seyretme diye... O anlamsız düşünceleri akıl süzgeçinin üzerinde üzerinde tutar. İşte gene böyle gereksiz bir  önyargım etkilemiş olmalı beni. Ve Cosmos'u o gün bugündür  seyretmek hiç içimden gelmemişti. Seyretmemiştim. Üstelik film hakkında o kadar güzel yazılar yazılmıştı ki... Yazılanların sadece başlıklarını  okumuştum. Filmin konusuyla bile ilgilenmedim. Oysa 46. Antalya Film Festivalinde dört ödül birden almıştı. Berlin Film Festivalinde özel filmlerden biri seçilmişti. O batasıca önyargım yüzünden hiç umursamadım.

                           

Şimdi Reha Erdem'in tüm  filmlerini merak ettim. Elimin altında "Korkuyorum Anne" var. Az sonra onu seyredeceğim. Carl Sagan Cosmos adlı kitabının bir yerinde yıldızları anlatır. Çoğu yıldızların grup halinde kalabalık olduklarını ama aslında sistemlerin çift olduğunu, iki yıldızın birbirinin yörüngesinde dolaştığını okumuştum. Bazı genç yıldızlar parlak görünürler, bazıları kararsızca yanıp sönerler, kimileri ise edalı edalı dönüp dururlarmış. Bazı çift olması gereken yıldızlar, birbirlerinin öylesine yakınından gelip geçerlermiş ki gelip geçerken aralarında kalan toz bulutundan birbirlerini görmeyi beceremezlermiş. Filmle aramda önyargımın getirdiği bir toz bulutu oluşmuştu sanki ve ben Cosmos'un aslında ne güzel bir film olduğunu göremeyi becerememiştim. Çok abarttım gene değil mi? Diyeceksin ki alt tarafı bir filmi seyretmemişsin. Şimdi seyredince beğenmişsin. Nedir yani? Bu sebeple bu kadar yazı yazılır mı? Yazılır vallahi. Filmin şiirsel görselliğinin ve dilinin halen etkisindeyim. Hatta filmi seyrederken aklımdan ne geçti biliyor musun? Dedim ki keşke bu film bir kitap olsa.. O çok sevdiğim bazı cümlelerinin ve görüntülerinin altını kalem ile çizsem bastıra bastıra... Yazıya başladığımda neredeydim şimdi ne diyorum değil mi? Murathan Mungan der ya hani...
"Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?" diye.. Öyle.. Yoo.. Devam etmeyeyim Bir Yalnız Opera adlı şiirine...

Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Yoo.. Devam etmeyeyim... Ağlayabilirim. Yazıma gene aynı şiirin son dizeleriyle nihayet vereyim...
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren..

hanac

Hayal Kahvem güzel bir yazı olmuş, teşekkürler.

Peki filmin konusu ne  :)