Edebiyat Muhabbetleri

Başlatan V, 15 Temmuz, 2010, 22:08:56

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 4 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hayal Kahvem


"YENİ GRAFİK ROMAN YAKINDA. Dünyanın en prestijli ilk on üniversitesinden biri oıan Princeton Edu yayınlarından
2021 Nisan ayında çıkacak olan TURKISH KALEIDOSCOPE'un  tanıtımı yayınlandı.
Yazar: Antropologist Jenny White, Çizer: Ergün Gündüz. "

Ergün Gündüz, elinde çizimlerini yaptığı grafik romanıyla çektirdiği fotoğrafının yanına işte cümleleri yazmış.

Niye çizgi roman değil, grafik roman denmiş peki?
Levent Cantek'in bir yazısısında okumuştum.
Çizgi romanlar  edebililik, sanat iddiası bulunmayan, daima kazanan,  başaran kahramanların hikayesidir diyordu. 
Grafik romanlar ise kahramanlarının ölebildiği, değişim geçirdiği insani hikayeler olduğunu söylüyordu.
Hatta günümüzde çizgi romanların daha yaygınlaşmasının sebebini grafik romanların başarısına bağlıyordu.
Grafik romanlar bu alana itibar getiriyor, piyasayı daraltmıyor çeşitlendiriyor diyordu.
Bu grafik romanı tüm merakımla bekliyorum.


KenParker

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 21 Şubat, 2021, 18:04:09

"YENİ GRAFİK ROMAN YAKINDA. Dünyanın en prestijli ilk on üniversitesinden biri oıan Princeton Edu yayınlarından
2021 Nisan ayında çıkacak olan TURKISH KALEIDOSCOPE'un  tanıtımı yayınlandı.
Yazar: Antropologist Jenny White, Çizer: Ergün Gündüz. "

Ergün Gündüz, elinde çizimlerini yaptığı grafik romanıyla çektirdiği fotoğrafının yanına işte cümleleri yazmış. Çok sevindim.

Niye çizgi roman değil, grafik roman denmiş peki?
Levent Cantek'in bir yazısısında okumuştum.
Çizgi romanlar  edebililik, sanat iddiası bulunmayan, daima kazanan,  başaran kahramanların hikayesidir diyordu. 
Grafik romanlar ise kahramanlarının ölebildiği, değişim geçirdiği insani hikayeler olduğunu söylüyordu.
Hatta günümüzde çizgi romanların daha yaygınlaşmasının sebebini grafik romanların başarısına bağlıyordu.
Grafik romanlar bu alana itibar getiriyor, piyasayı daraltmıyor çeşitlendiriyor diyordu.
Bu grafik romanı tüm merakımla bekliyorum.

Derhal ivedi acele en tez bi şekilde Türkçesi beklenmektedir.

Hayal Kahvem


Arkadaşımın gönderdiği kargo paketini açtığımda, içinden sürpriz kitaplar çıkınca ne sevindim anlatamam.
Hepsini kucaklayasım, tadasım, koklayasım, yiyesim geldi.

Şimdi ben böyle hissettim ya... Durdum bi... Dedim, bu sözlerin benzerlerini ben nerede okudum?  Zihnimden yuvarlanan sözler  tanıdık çünkü...

Hey! Hatırladım. Durur muyum? Hemen Bavul'un Ocak ayı sayısını elime aldım. Pürtelaş sayfaları çevirdim. İşte buldum.
Oğuz Alkan'ın sorularını, bir kaç ay önce Nişanlılar İçin Şarkılı Alfabe adıyla deneme kitabı yayımlanan Haydar Ergülen cevaplamış.

- Nasıl çıktı bu denemeler, diye sorunca, demiş ki:

- Yazmak ve okumak. En çok sevdiğim şeyler. Hatta okumak daha önde.
Okudukça yazasım, yazdıkça okuyasım geliyor. Böylece ortaya pek çok yazı, sonucunda da kitap çıkıyor.
Kitaplar da tıpkı şiir gibi doğanın parçası adeta.  Üzüm gibi, elma gibi, ceviz, zeytin gibi geliyor bana.
Besleyici, geliştirici, güçlendirici, renkleri, biçimleri güzel. Tadları, lezzetleri apayrı. Hepsini tadasım, koklayasım, yiyesim geliyor desem şaşırma!"

Murathan Mungan, "Edebiyat akrabalıkları, hiçbir zaman buluşup bir kahve içemeyeceğiniz insanların yeryüzüne dağılmış varlığını hatırlatır size.
Gene de asıl buluşmanın edebiyat olduğunu bilirsiniz." demiş ya...

Haydar Ergüden'le sanki akrabalığım varmış gibi hissettim.  Yazdıklarını aynen yaşıyorum çünkü. Çok haklı...
Her kitabın tadı, lezzeti apayrı. Hepsini tadasım, koklayasım,  yiyesim  geliyor desem şaşırmayın:)

Edebiyat akrabalığına inanıyorum. Edebiyata inanıyorum desem de şaşırmayın:D


Hayal Kahvem


Başkent Üniversitesinin  iç mimarlık ve çevre tasarımı bölümü akademisyenlerinden Ekin Can Seyhan'ın 2015 yılında yazdığı,
Superman Çizgi Romanlarında Tarih İçerisinde Tasarım Unsurlarının Değişimi adlı makalesine denk gelince, ekrandan  bakarak okumak yetmedi,
kağıda bastım, tüm merakımla, cümlelerinin altını  çize çize okudum.

Superman ilk kez, bir arabayı rahatlıkla havada tutabilen, insan üstü güçlere sahip  biri olarak, Action Comics'in 1938 tarihli ilk kapağında görülmüş. 
Oysa o tarihe kadar Action  Comics'te resmedilen kahramanlar, sıradan dünyalarda yaşayan sıradan insanların hikayeleriymiş.
Başka bir dünyadan olsa da,  Superman'ı dünyalı kılan, gündelik hayatla ilişkisini sağlayan ikinci kimliği vardır elbette. Bilirsiniz di mi?  Clark Kent :D


Ekin Can Seyhan, makalenin girişinde çizgi roman tarihini ve Superman'in tarihini özetlemiş. Hiç bilmiyordum.
Bugün bildiğimiz ilk çizgi roman, The Yellow Kid'miş.

1939'dan günümüze çizildiği dönemin siyasal, toplumsal, kültürel  ve bilimsel olayları hikaye eden Superman'in tarihi çok ilginç. 
1940'larda 2. Dünya Savaşı döneminde Superman, Amerikan  halkına vatan sevgisi aşılamaya çalışan bir rol üstlenmiş.
1947 tarihine denk gelen  kapakta bir elinde Hitler diğer elinde Mussolini'yi tutan bir Superman çizilmiş.
Savaşın ardından ortaya çıkan Feminist hareketlerden Superman maceraları nasibini almış.
1949 yılındaki bir sayıda,  Superman'in yapabileceği her şeyi yapabilen, Superman'le eşit güçlere sahip Louis Lane adındaki kadın kahraman çizilmiş.


Böyle devam edersem, makalenin tamamını özetleyeceğim. Yoo... Çok uzar:)

Aslında en çok ilgimi çeken ne biliyor musunuz? Bir iç mimar ve çevre tasarımcısının, hobisi olduğunu düşündüğüm çizgi romanı  mesleki alanına taşıması. Şahane değil mi?

1939'dan günümüze, Superman maceralarındaki tasarım unsurları neler?
Binalar, arabalar, diğer taşıt araçları, telefon kulubeleri, iç mekanlar, kıyafetler hatta Superman amblemi zamanın ruhuna göre nasıl  değişmiş?

Resimlerle örnekler verilerek yazılan, Superman çizgi romanlarındaki tasarım unsurlarının tarihi içindeki (1938-2014) değişimleri adlı bu makaleyi, mimarlık ve tasarım tarihine hoş, populer bir bakış kazandırdığı için çok kıymetli buluyorum.

Ayrıca özgeçmişine baktım, Ekin Can Seyhan, 2017  benzer çalışmayı  Batman çizgi romanları üzerinden de yapmış. Batman'ciyim.
Tüh! dedim. Keşke önce Batman makalesini okusaydım. 2020 yılında ise tüketim kültürü perspektifiyle mekansal bir okuma: Dövüş Klubü başlıklı yazısını görünce iyice uçtuğumu söyleyebilirim.

Durmak yok. Akademisyenlerin takibindeyim:)


Hayal Kahvem


Marteniçkayı biliyor musunuz?

Bulgar göçmeni bir arkadaşım öğretmişti. Mart ayı gelince, kırmızı ve beyaz yünlerden burarak yapılan, sonra dilek tutup bileğe takılan bir ip marteniçka. 
Lakin bütün ay  göğe bakarak gezmeniz gerekecek:)

Niye mi? 

İlk leyleği görünce bileğinizden çözeceksiniz, benim dileğim senin ürünün bol olsun diyerekten meyve verecek olan bir ağacın dalına iliştireceksiniz.

Rast gele... :)



Hayal Kahvem


Tante Rosa'yı tanır mısınız? Sevgi Soysal'ın en sevdiğim öykü kahramanıdır.

Tante Rosa, yedi yılda üç çocuk doğurmuştur.  Günlerden pazardır.
Memesinde üçüncü çocuğunu emzirirken, pazar günü kiliseden dönen insanları seyretmektedir. 
Tante Rosa her pazar sabahı kaz kızartması, elma pastası ve kahveyi hazır eder.

Birinci çocuk ağlar, ikinci çocuk ağlar, bebek ağlar. Kocası kiliseden eve gelir.
Kaz kızartması her pazarınkinden iyidir. Elma tatlısı çok iyidir. Ev sıcaktır. Masa örtüsü kolalıdır. Kocasının saçları biryantinle ortadan ikiye ayrılıdır.

Tante Rosa'nın korsesi sıkmıştır. Odasına çekilir. Kapıyı içeriden kilitler. Kocası her pazar öğleden sonra yatak odasına gelir.
Bu kez kapı içeriden kilitlidir ya, şaşkınlık ve zorbalıkla Tante Rosa'nın kocası kapıyı yumruklamaktadır. Haykırmaktadır. 
O pazar kilise-kaz kızartması-elma pastası-karısının koynu düzeninin son halkası kopmuştur.
Adam yatak odasının kapısını yumruklamaktadır.

Bir mektup bırakır Tante Rosa arkada, biri emzikte üç çocuk bırakır. Kaz kızartması ve elma pastası yapmasını,
yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızını bırakır.
Margarita ekili küçük bir bahçe, tahta merdivenli, yüksek tavanlı, çalar saati bir ev bırakır,
her pazar sabahı kiliseye giden, her pazar öğleden sonra koynuna giren kocayı bırakır....
Çeker gider. 
Tante Rosa, çocuklarını ve kocasını bıraktığı için kilise tarafından afaroz edilir.

Birbirine bağlı on dört kısa öyküden oluşan kitap, küçük bir Alman kasabasında yaşayan,
aile, evlilik, annelik gibi kurumları, toplumun yüklediği rolleri sorgulayan, aykırı, farklı, cesur bir kadının yaşam yolculuğunun serüvenini anlatmaktadır.

Tante Rosa, zincirleme talihsizliklerini, mağduriyetlerini hiç yargılamaz.
Toplum kuralları umrunda değildir.  Beckett'in sözü misali,
hep dener, hep yenilir. Olsun. Gene deneyebilir. Gene yenilebilir. Daha iyi yenilebilir.
Tante Rosa böyledir.

"Tante Rosa, bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır."


Hayal Kahvem


Grafik romanın adı: Opera'nın Hayaleti. / Yazan: Onur Kutluoğlu & Umut Şumnu     /   Çizen: Onur Kutluoğlu. 

Acaba grafik roman meraklısı olduğum için mi bu kitabın peşine düştüm? Yoksa konusu mu yüreğime dokundu? 
Veya bir yüksek lisans tezi kapsamında hazırlanmış bir grafik roman olmasına bayıldığım için mi illa görmek istedim? Sanırım hepsi.

1923 yılında cumhuriyetin ilanından sonra, yurdun pek çok yerinde Türkiye'nin yeni yüzünün sembolü olacak binalar inşaa ediliyor. 
Lakin yeni yapılan kamusal binaların hepsinin projelerini  yabancı mimarlar çiziyorlar.

1933 yılında Ankara'da, iktisadi kalkınma hamleleri kapsamında, devletin kendi propagandasını da yapabileceği bir sergi evi binası açmaya karar veriliyor. 
Uluslararası Mimari Sergi Evi Yarışması düzenleniyor. Şartnamenin en önemli maddesi; modern bir yapı olması gerektiği. 
Yabancı ve Türk mimarlar projeleriyle katılıyorlar.


1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olmuş, genç cumhuriyetin genç mimarı Şevki Balmumcu yarışmayı kazanıyor.
Cumhuriyetin yeni yüzünü gösterecek modern bir kamusal yapı projesinin, ilk kez bir Türk mimar tarafından yapılması mimarlık tarihi açısından çok önem taşıyor. 
Şevket Balmumcu büyük beğeni görüyor. Adı ve projesi gazetelerde, dergilerde geniş övgü topluyor. Bina 1933 ile 1948 yılları arasında sergi evi olarak kullanılıyor.

1948 yılında sahne sanatlarını halkla buluşturmak amacıyla Ankara'da bir mekana ihtiyaç duyuluyor. Ekonomik durum iyi olmadığı için sergi evini opera binasına çevirmeye karar veriyorlar.
Mimarlar odasıyla görüşülüyor. Bu değişimin binanın mimarı olan Şevki Balmumcu tarafından yapılmasının uygun olacağı söyleniyor. Şevki Balmumcu kabul ediyor.
Neden olduğu tam olarak bilinmiyor, iş Şevki Balmumcu'ya verileceğine, Alman mimar Paul Bonatz'a veriliyor.

Sergi Evi'nin Opera Binası'na dönüşümünün, projenin asıl mimarı olan Şevki Balmumcu'ya verilmemesi, üstelik Alman mimar tarafından 
projenin orijinal özelliklerini kaybetmesi, mimar Şevki Balmumcu'nun ruhsal dengesini yitirmesine sebep oluyor.


On yıl önce, Türk mimarın zaferi diye göklere çıkarılan, modern Türkiye'nin simgesi diye alkışlanan yapı, on yıl sonra yeterince Türk değil, ulusal değil diye bir Alman mimar tarafından değiştiriliyor.
On yıllık zaman içinde, kendisi hayattayken böyle bir duruma tanık olmak elbette Şevket Balmumcu'yu çok üzmüştür.
Bu olaydan sonra bir daha Ankara'ya gitmemiş. Kalan ömründe kayda değer pek çalışması olmamış. 1982 yılında 77 yaşında vefat etmiş.


Memleketimizde acaba kaç kişi bu yaşananları biliyordur?
Acaba Ankara'da Opera Binası'na giden kaç kişi opera binasının hayaleti misali sergi evinin ve mimarının hikayesini işitmiştir? 
Bu durum Onur Kutluoğlu'nun master tezinde, Dr. Umut Şumlu'ya birlikte bir grafik roman olarak hazırlamamış olsaydı, öğrenebilir miydim? Sanmıyorum.
Grafik roman olarak hazırlanan başka tez var mıdır acaba? Çok merak ediyorum. Çoğalmasını diliyorum.
Bu çalışmaların kültürel miraslarımızla  temas kurmamızı sağlayacağını, yurtdışında olduğu gibi memleketimizde de tarihi her taşa her yapıya sahip çıkmamız gerektiğinin önemini fark ettireceğine inanıyorum. Kendilerine çok  teşekkür ediyorum. Takiplerindeyim.

Türkiye'nin mimarlık tarihini, mimarlıkla hiç ilgim olmadığı halde, sıradan vatandaş olarak önemsiyorum.
Mimarlık tarihi, hepimizin kişisel tarihi aynı zamanda. İktidarların değişmesiyle, böyle hoyrat müdahalelere izin verilmemesi lazım.
Türkiye'de bir dönemden diğerine geçiş yapılırken  yaşanan kim bilir ne çok kırılma hikayeleri vardır.
Bunların gün yüzüne çıkması, konuşulması, populerleşmesi, duyurulmasının çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Daha çok mimarlık hikayeleri gün yüzüne çıksın diye, sizleri bu grafik romanı satın almaya davet etmek istiyorum. Bakınız, işte burada:   

hennessy

 Hayal Kahvem yazdıklarına hayran olmamak mümkün mü tabi ki hayır. Benim için en iyi polisiye romanlardan birinin yazarı olan Gaston Leroux'un  phantom of the opera bir başka versiyonunu görmek güzel

Onur resminin arkasında Kaptan haddock görmek başka güzel
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

kedidiro

Böyle saklı kalmış hazinelerden haberdar olduğumda çok seviniyorum. Sağolun paylaşım için. Internet satış sitelerinde falan satışı yok galiba...

hanac

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 06 Mart, 2021, 11:16:41
Memleketimizde acaba kaç kişi bu yaşananları biliyordur?

Ben bilmiyordum, çok ilginç bir hikaye imiş.

Yazı için teşekkürler.



hercai

Selâm hayal kahvem;
şimdi okudum paylaşımını.👍Onur Kutluoğlu ve Umut Şumnu'nun grafik romanla ilgili röportajları eserden daha çok ilgimi çekti...adetâ mutfağına girdik grafik romanın...çok açıklayı ve ilgi çekici.
Ankara Opera Binası'nda opera ve tiyatro oyunları izlemiştim...bir adı da, "Büyük Tiyatro" idi. Fakat, bu mimarî tasarımı aşamasındaki bu yaşananları bilmiyordum.
Bu yapının İkinci Ulusal Mimarlık Akımı'na uygun olarak 1948 yılında Paul Bonatz'ın tasarımıyla tamamlandığını okudum.
Röportajı görmemişim, internetten araştırdım üstüne üstlük.😄
Ben sevmem o binayı...soğuk gelir...bir yaratıcılık yok diye düşünürüm...Ankara'nın
gri binaları gibi...(yaratıcılık kısıtlanmamalı mimâride).
Hâlbuki, ne opera binaları vardır:
-1860 yılında, Saint-Petersburg'da barok tarzında yapılan Mariinsky Tiyatrosu;
"Don Kişot, Kuğu Gölü, Carmen"i orada izlemek! meselâ...
-Almanya,1746-1750 yılları arası inşa edilen, Margraves Operası
-Napoli/Le Teatro San Carlo,
Neoklasik tarzda yapılan
-Venedik/La Fenice,
Lirik sanatın en ünlü sahnelerindenmiş
-Paris/ L'opera Garnier...bir de!

Kim istemez ki buralarda opera /bale gösterileri izlemeyi...ritüellerine uyup, güzel bir kostüm içinde, elinde dürbünle ve tabikî locadan😊
Çetin Alp çıkıp "İşte, Opera" diye bağırmadıktan sonra.

Kitabı okumayı isterim, bu arada...

Yarın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
Şimdiden kutlu olsun, sağlıcakla...

Hayal Kahvem


İYİ Kİ DOĞDUN BAYAN YANI! NİCE YILLARA :)

Hayal Kahvem



O kadar ballıyım ki anlatamam. Bu yıl İstanbul Üniversitesi'nin Sosyoloji bölüme başlayınca, bu zamana kadar bilmediğim,
bilmediğim için ilgilenmediğim bambaşka bir mecrada, adeta Nazım Hikmet'in o güzelim şiirinin tadını hissediyorum.

Şair misali, beni ilk defa güneşe çıkardılar diyesim var.
Ve ben ömrümde ilk defa felsefenin, matematiğin bu kadar benden uzak,
bu kadar şahane, bu kadar geniş olduğuna şaşırarak kımıldamadan duruyorum.
Sonra saygıyla ekran başına oturuyorum. Dayıyorum dirseklerimi masaya. Öğreniyorum.

Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne iş güç, ne kovid, ne bloğa yazacağım yazım. Felsefe, geometri ve ben bahtiyarım!

Biliyorum, abarttım. Lakin... Yeminle bu hissiyattayım.

İnanamıyorum, ne istesem küt ekranıma düşüyor.
Hani Platon'un akademisinin kapısında "Geometri bilmeyen giremez" yazıyormuş,
hani evhamlı, vesveseli insanlara geometri, matematik  eğitimi alması önerilirimiş ya...
Merak ettim. Nereden başlasam diye düşünüyordum.

İşte buyrunuz.  Geçen hafta Nesin Matematik Köyü'nün online eğitiminde dört haftalık   Geometri Tarihi dersi başladı.
Ballı değilim de neyim? Teşekkür ederim Tanrım.

Dersin hocası, Can Ozan Oğuz matematik kültürünü yaymayı seven bir matematikçi.
"Dersi ücretsiz veriyorum, lakin Matematik köyünü destekleyin, bağış yapın," diyor. Çok haklı.
Bağışımı yaptım. İkinci haftayı tamamladım. Önümüzdeki haftayı iple çekiyorum.
Felsefe, geometri ve ben bahtiyarım. :)


Geometri Tarihi 1- Antik Dönem https://www.youtube.com/watch?v=Q1qU7Ladzkc
Geometri Tarihi 2- Orta Çağ ve İslam Medeniyeti  https://www.youtube.com/watch?v=JZgYlZ_G3dg

Matematik Köyüne  bağış https://nesinkoyleri.org/dersler/nesin-koyleri-hesap-bilgileri/
Şiirin orijinali http://siir.me/bugun-pazar

Hayal Kahvem


Geçen hafta John Steinbeck'in Kasımpatları adlı öyküsünü tatlı tatlı okuyordum.
Bir yandan, o kadar çiçek arasında yazar acaba neden kasımpatıyı seçti diye düşünüyordum.

Kitapta yazarın bir çok öyküsü vardı. Ne yalan söyleyeyim, okuduğum ilk öykünün sonuna sinir  oldum.
Of bu erkek yazarlar, dedim. Kapağını küt diye kapattım. Kitabı okumayı bıraktım.

Bu hafta bir kadın yazar tarafından ana dilimde yazılmış şahane bir polisiye roman okudum. Elçin Poyrazlar'ın Ecel Çiçekleri.

Memleketimde her gün duyduğum  kadına yönelik şiddette inat,  kadınlar kurban değil bu kez.

Ne bu abicim, kadın hep akıl çelen, hep fettan, hep kötüye teşvik eden, hep yasak elmayı yediren, hep zavallı,
  hep dövülen, hep aciz, hep cinayet nesnesi,  hep kurban.
Acaba kimler yazıyor, kimler doğruymuş gibi inandırıyor, kimler akıllara işliyor bunları?

Elçin Poyraz da tamam, buraya kadar, demiş olmalı.

Ecel Çiçekleri'nde  başkahramanı Suat Zamir'i  kadın polis yapmış.

İstanbul'da seri  işlenen cinayetler var. Gerçek hayatta olduğu gibi kadın cinayetleri devam ediyor.
Aynı süreçte erkekler, hadım edilerek ardı ardına öldürülmeye başlıyor.
Öldürülmüş adamların yanına hep kasımpatı bırakılıyor.
Niye kasımpatı peki?

Yoo... Benden de bu kadar...  Nasıl denir? Merak eden, kitabı alıp okur:)

Yeminle film gibi roman... Sürekliyici. Bence filmi yapılmalı. Ve illa bu romanın devamı olmalı.

Bayıldım.  Kalemine kuvvet sevgili yazar.


Hayal Kahvem

-BİLMECE 1-

Bay Kahverengi, Bay Yeşil ve Bay Siyah öğle yemeğindedirler. Biri kahverengi, biri yeşil, biri siyah kravat takmaktadır.

Yeşil kravatlı adam "Fark ettiniz mi, kravat renklerimiz soyadlarımızla uyumlu ama hiçbirimiz soyadımız olan renkte kravat takmamışız" der.

Bay Kahverengi onaylar.

Her bir adam hangi renk kravat takıyordu?



-BİLMECE 2-


Aşağıdaki dokuz noktanın hepsinden geçecek şekilde kalemi kaldırmadan dört çizgi çizebilir misiniz?

.   .   .

.   .   .

.   .   .



-BİLMECE 3-

On kırmızı, on mavi çorap karışık olarak çekmecededir. Bu yirmi çorabın renkleri dışında bütün özellikleri aynıdır. Oda zifiri karanlıktır.
Bu koşullarda çekmeceden bir çift aynı renk çorap almak istiyorsunuz. Çekmeceden en az kaç çorap aldıktan sonra kesinlikle aynı renk bir çift çorabınız olur?

EĞLENCELİ MATEMATİK BİLMECELERİ/MARTIN GARDNER