Edebiyat Muhabbetleri

Başlatan V, 15 Temmuz, 2010, 22:08:56

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

peder clemente

Bir romandan, tiyatroya, oradan resme, resimden sinemaya... Her güzel okuma insana yeni ufuklar açar. "Cenaze Evi Şenlik Evi" adlı grafik romanda bahsedilen eserleri okusa insan on kitaplık bir okuma daha yapabilir. Bazen bir filmdeki yardımcı kadın oyuncuyu, bazen bir çocuk oyuncuyu veya çok tanınmamış bir aktörü araştırınca pek çok yeni keşif yaparım. Film-noir ve crime türünü çok sevdiğim için "The Collector" adlı filmi izleyeceğim. Tanıttığınız için sağolun. Demek John Fowles'ın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış. Bilmiyordum. Hayal Kahvem, ben yıllardır Karate-Do çalıştığım halde "5 dokunuşta ölüm vuruşu tekniğini" bilmiyorum. İş hayatımda kendimi bu ölümcül darbeden korudum fakat kimseye de uygulamadım. Öğretin demem anlamsız, çünkü bu teknik sadece; Pae-Mei, Bill, Gelin ve sizin bildiğiniz bir "sır" ki- siz de doğrudan beyaz kaş'tan öğrenmişsiniz. Ben de kaşlarım beyazlamadan önce bu tekniği öğrenebilir miyim acaba ? Ben en iyisi Uma Thurman'ı arayayım, sırrı bilen sadece o ve siz kaldınız. :)

Hayal Kahvem

Sen bakma bana Peder Clemente, hiç bir sanata yeteneneğim olmasa da abartma sanatını acayip icra ederim. Tarantino ve İş Tekniklerim'de böyle abartıyı kabarttığım bir yazım. :D

Evliya Çelebi'yi pirim diye kabul eden biriyim ben Peder:) Misal,  Evliya Çelebi Erzurum'da on bir ay yirmi dokuz gün kaldığını söyler.   
Evliya Çelebi'nin anlattığına göre, Erzurum'da kışları öyle soğuk olurmuş ki, bir keresinde bir kedi damdan dama atlarken boşukta  öyleece donup kalmış. 
Sonra ancak ilkbahar geldiğinde donu çözülmüş ve miyav diye yere düşmüş.  Böyle işte. Pirim gibi mübalağayı severim.  :)

Du bi... Cenaze Evi Şenlik Evi öyle mi? Hemen arayıp buluvereyim...

O değil de, 5 dokunuşta ölüm vuruşu tekniğini, Pae-Mei istese  Bill e öğretirdi di mi? Kadınların bilmesini istedi. Sır kadından kadına devam edecek...
Hiç öğrenmeye niyet etme diye söyleyeyim dedim. :-\ :D

hanac

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 27 Aralık, 2018, 10:47:22
Du bi... Cenaze Evi Şenlik Evi öyle mi? Hemen arayıp buluvereyim...

Cenaze Evi Şenlik Evi başlığı için bkz.

http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,2711.0.html

peder clemente

Çok güldüm. :) :) :)
Sahi, Kill Bill filminde Pae-Mei "5 dokunuşta ölüm vuruşu tekniğini" Bill'e öğretmemişti değil mi? Ondan esirgediğini Gelin'e öğretmişti. Hatta Bill, darbeyi yiyince şaşırmıştı. Darbeyi alan önce bir şey olmadı sanıyor, fakat bir süre sonra içten patlıyor. Sizin rakipleriniz de, herhalde önce bir şey olmadı sanıyor fakat bombası evde patlıyordur. Bir Samuray, katanası ile (hattori Hanzo) rakibini biçmiş. Rakibi: "Bir şey olmadı ki" deyince, "Bir adım at anlarsın" demiş. O hesap.

Aklımda, Evliya Çelebi'nin (hani sizin prim diye kabul ettiğiniz Evliya Çelebi) iki abartması kalmış.
Mealen: Anadolu o kadar sık ormanla kaplıydı ki, bir sincap ayağı yere değmeden İstanbul'dan yola çıkıp Urfa'ya varırdı diyor. Bu eylemi Zagor bile başaramazdı.
Bir yerdeki Çınar ağacını tarif ederken: Ana dallarının altında onbir mahalle vardı diyor.
Teyyo pehlivanı da unutmamak lazım, Baba Bush körfez savaşı sırasında kendisinden yardım isteyince atına atladığı gibi Amerika'ya gittiğini söylüyordu. Bir keresinde de denize düşmüş, köpekbalıkları etrafımı sardı, "Hav! Hav!" diye bağırıyordu demiş.
   
Memlekette "Kara Bela" lakaplı birisi vardı. Rakip çok güçlüyse "üç parmak tekniğini" uygularım. İp Man, Bruce Lee'ye öğretmiş, Bruce Lee ölünce bana miras kaldı derdi.

Hayal Kahvem


"Birbiri ardına öğrenilen yedi Nasrettin Hoca hikayesinin mistik etkisinin kişiyi aydınlanma noktasına  doğru hazırlayacağına inanılır."  diye okuyunca, hazırlığa girişeyim dedim. Yedi Nasrettin Hoca hikayesi üzerinde çalışmaya niyetlendim:)

-1-
"Karanlıkta görebilirim."
"Olabilir Hoca. Ama bu doğruysa neden o zaman geceleri bazan mumla geziyorsun."
"Başkalarının bana çarpmalarını önlemek için."


-2-
Zalim ve cahil bir padişah Hoca'ya, "sana atfettikleri gibi olağanüstü algıların olduğunu kanıtlamazsan seni astıracağım" demiş. Nasrettin Hoca da hemen dönüp gökyüzünde altın bir kuş, yeryüzünde cinler gördüğünü, söylemiş.  Padişah "bunu nasıl yapabildin?" diye sormuş. Hoca, "korkudan" demiş. "Başka sebebi yok."


-3-
Bir gün, Hoca karısından bol miktarda helva yapmasını istemiş ve ona gereken malzemeyi vermiş. Sonra da neredeyse hepsini yemiş.
Gecenin bir yarısı hoca uyanmış.
"Aklıma önemli bir şey geldi."
"Söyle bana."
"Helvanın gerisini bana getir, söyleyeyim."
Hoca helvayı bitirmiş.
"Şuydu: gündüz yapılan helvanın hepsini bitirmeden gece asla uyuma."


-4-
Bir gün, bir mürit, Nasrettin Hoca'yı ilk defa bir göl kenarında çok güzel bir yere götürmüş.
"Aman ne enfes yer!" diye haykırmış Hoca, "ama keşke, keşke..." diye devam etmiş.
"Keşke nedir Hoca?" demiş mürit.
"Ama keşke içine su koymasalardı!"

-5-
Nasrettin Hoca karısına, "her gün dünyanın insanlığın yararı için her şeyin ne kadar akıllıca yerli yerine konulduğunu gördükçe daha fazla hayrete düşüyorum," demiş.
Karısı, "ne demek istiyorsun?" diye karşılık vermiş.
"Örneğin develeri al. Sence niye kanatları yok?"
"Ne bileyim?"
"O halde, bir düşün, develerin kanatları olsaydı, çatılarda yuva yapmaya kalkarlar, tepemizde tepinirler, getirdikleri gevişi üzerimize tükürürlerdi."

-6-
Bir yayayı kayıkla bir akarsuda karşıdan karşıya geçiren Nasrettin Hoca, ona dilbilgisi bozuk bir cümle sarf eder. Okumuş yazmış olan bu kişi "sen hiç dilbilgisi çalıştın mı?" der.
Hoca, "Hayır," der.
Adam, "O halde hayatının yarısı boşa gitmiş,"der.
Birkaç dakika sonra yolcuya dönen Hoca, "sen hiç yüzme öğrendin mi?" der.
Adam, "Hayır, neden?" diye sorar.
Hoca, "o halde senin bütün hayatın boşa gitmiş, batıyoruz!" diye yanıtlar. 

-7-
Nasrettin Hoca bir gün pazara bir çuval tuz götürüyormuş. Eşeği ırmaktan ağır ağır  ve güçlükle ilerlerken tuz suda eriyivermiş. Karşı kıyıya vardığında, eşek yükü hafiflediği için gayet canlı ve oyunbazmış. Nasrettin Hoca ise öfkeliymiş.  Bir sonraki gün küfelere yün doldurmuş. Hayvan suyla şişen yükünün  ağırlığı altında neredeyse boğuluyormuş.
"İşte!" demiş Hoca, "bu sana  her suya girdiğinde  yeni bir tecrübe edineceğini öğretmiştir."

-NOT-
*Bu 7 fıkrayı, İdris Şah'ın yazdığı Sufiler kitabının 65-105 sayfaları arasında anlatılan,
Nasrettin Hoca Hikayeleri başlıklı bölümünden seçtim.
   *Başlık, Nasrettin Hoca'nın bir aforizmasıdır. s.99

Hayal Kahvem


Çizgilerin peşi sıra gitmek...

Hayal Kahvem


Balad: Batı şiirinde efsanemsi, masalımsı, çoğu zaman acıklı, kimi zaman gülünç olayları,
söylenti niteliğindeki eski hikâyeleri işleyen; bir nazım biçimi ve türü.


The Ballad Of Buster Scruggs'ı dün gece seyrettim.
Coen Kardeşlerin yazıp yönettiği, western tarzında 
altı ayrı hikayeden oluşan bu filme bittim.
Hararetle tavsiye ederim.


Hayal Kahvem


"Ne zaman otursam gecenin başına... Ne zaman müziğin... Göçüyorum boş kağıdın sessizliğine... Kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine...
Bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan... Dudaklarında bir ıslık, kitapların on lira olduğu zamanlardan... Anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle...
Hani erken inerdi karanlık, hani yağmur yağardı inceden... Hani okuldan, işten dönerken, ışıklar yanardı evlerde...
Hani ay herkese gülümserken, mevsimler kimseyi dinlemezken... Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken...
Hani hepimiz arkadaşken, hani oyunlar tükenmemişken... Henüz kimse bize ihanet etmemiş, biz kimseyi aldatmamışken... Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken...
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden... Daha biz kimseye küsmemiş, daha kimse ölmemişken... Eskidendi, çok eskiden.
Şimdi ay usul, yıldızlar eski. Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden. Geçen geçti. Geceyi söndür kalbim... Geceler de gençlik gibi eskidendi.
Şimdi uykusuzluk vakti... Biterken bir yılın son günleri.. Biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini..
Gençlik ikindilerini, kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri.

Bir yıl daha bitiyor. Düşlerim, tasarılarım, yarım kalmış onca şey... Her yıl biraz daha kısalıyor öncekinden.
Bana mı öyle geliyor yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman insan yaşlanırken? Kırdım mı, incittim mi birilerini? Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
Kendimi yineledim mi yazdıklarımda? Yeniden düşünmeliyim. Dostluklarımı, ilişkilerimi... Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı?
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi? Borçlarımı ödedim mi? Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi? Geri verdim mi aldıklarımı? Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları...
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi? Yokladım mı duygularımı? Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşlerimi, bakırlarımı... Cila geçmeli ahşaplarıma... Ovmalı umutları.. Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları...
Eksik etmemeli ağzımızdan hançer kıvamındaki karamizah tadını... Şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım...
Sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım akşama... Ama nedense her şeyin tadı dağılıyor ağzımda..
Bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında? Aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta...
Biz gündüz sürgünleri! Yazmakla tamamladık mı kendimizi? Yazmakla tanımladık mı? Kalemlerimizin uçları yine de nar çiçeği.

Birgün hayatımı yazacağım... Herkes kağıt üstüne yazılanları benim hayatım sanacak. Ben de hayatımı saklamış olacağım böylelikle.
Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir, biliyor musun? Herkes seni gördüğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kız gibi!
Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz. Günün birinde yazdıklarımdan bir perde çekeceğim hayatıma."
-NOT-
Aslında bambaşka bir yazı yazmaktı niyetim.
Yukarda, Murathan Mungan'ın bazı şiirlerinin bazı dizelerini yanyana getirerek bir deneme yazmaya gayret ettim.
Umarım birbirleriyle uyumlu ve anlamlı bir kompozisyon çıkarabilmişimdir. Faydalandığım Murathan Mungan şiirleri şunlar:

1- Gece ve Müzik
2- Eskidendi Çok Eskiden
3- Bir Yılın Son Günleri
4- Gecenin Uzun Söylevi
5- Üç Aynalı Kırk Oda

Çizim, Cennetteki Yabancılar adlı çizgi romanın karesidir.

Hayal Kahvem


İnanamadım kendime... Güya, meraklı biriyim, diye geçinirdim. Neredeee? Bakınız, şimdiye kadar Nasrettin Hoca'nın kim olduğunu  merak etmemişim. Elbette bildiğim Nasrettin Hoca fıkraları vardı. Üstelik bu fıkraların,  kimi zaman  yolumu açtıklarını yeni anlıyorum. Mesela, denemek istediğim halde  olanaksız gibi görünen kimi işlerimde, Nasrettin Hoca'nın göle yoğurt mayalamayı düşündüğünde, göl maya tutar mı, diyenlere, ya tutarsa, dediğini hatırlayıp, cesaretlendiğimi hatırlıyorum. 

Hani "Birbiri ardına öğrenilen yedi Nasrettin Hoca hikayesinin mistik etkisinin kişiyi aydınlanma noktasına  doğru hazırlayacağına inanılır."  diye okumuştum da, dün   7 fıkrasını yazıp aydınlanmayı beklemeye başladım ya ...  Niyet gene aynı... Ya tutarsa:)

Şaka bir yana, Nasrettin Hoca merakımı iyice kışkırttınca, araştırmaya başladım. Akademisyen Evrim Ölçer Özünel'in "Kolektif Bilinç Dışında Nasrettin Hoca Fıkraları ve Bilgelik" başlıklı makalesine denk geldim. Hevesle okumaya başladım. Daha ilk paragrafta, "Hay canına sayın seyirciler!" dedim.

Evrim Ölçer Özünel, hem Nasrettin Hoca'nın metinlerindeki mizahi bilgelik anlayışını, 13. yüzyıldan bu yana  anlatılageldiği için kollektif bilinç dışı kavramıyla ele almış, hem de Zen ustaları tarafından anlatılan ve adına koan denilen mizah ve bilgelik anlayışı ile karşılaştırma yapmış.

Evrim Ölçer Özünel, "Kimilerinin inancına göre Tanrı, evreni, bir kahkaha tufanı ile yaratmıştır." cümlesiyle başlayarak, kendine has tatlı tatlı anlatımıya, misaller vererek, çözümleyerek, karşılaştırarak yazdığı zihin kışkırtan makalesinin tamamını okumanızı tavsiye edeceğim.

Yukarıdaki enfes gülümsemenin sahibi Evrim Ölçer Özünel'i tanımıyorum. İyi ki var... İyi ki memleketimin şahane insanlarından biri. Makalesine denk getirdiği için feleğe şükranlarımı sunuyorum...  Bayıldım:)

Makale işte burada:
https://www.academia.edu/31857059/Kolektif_Bilin%C3%A7_D%C4%B1%C5%9F%C4%B1nda_Nasreddin_Hoca_F%C4%B1kralar%C4%B1_ve_Bilgelik_Evrim_%C3%96l%C3%A7er_%C3%96z%C3%BCnel


Hayal Kahvem


Nanananooommm!
Az sonra Bozkır'ın 6. bölümünü seyredeceğim. 
Bozkır'ın senaryosunu Levent Cantek yazmış. 

İtiraf etmeliyim ki, Levent Cantek'in  tüm külliyatı,
hem yüreğimin hem kitaplığımın  hazineler bölümüne  yerleşmiştir.

Peki, ya bu dizi filmini??
Yoooo...
Seyretmemem mümkün değil:)


ferzan

    Pek hatırlanmasa da Bozkır 'ın bir çizgi roman uyarlaması olduğunun altını çizmek isterim...2016 yılında, iki aylık periyotta yyaınlanan polisiye dergi 221B 'de Levent Cantek 'in yazıp Murat Başol 'un çizdiği bir seriydi...Cantek, 2016 yılında epey üretkendi, zira Fitbol, Kafa ve 221B dergileri için ayrı ayrı çizerlerle kısa soluklu konseptler üretmişti...Aşağıda paylaşacağım linkte bazı örnekler görülebilir ve 2016 genelindeki yerli güncel üretim çeşitliliği hatırlanabilir...

    http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,11033.0.html

    Bozkır 'dan önce iki dizi daha yazmıştı Cantek, TV için...İlki Mor Menekşeler idi, ikincisinin adı hatırımda değil...Bozkır, üçüncü dizisi oluyor sanırım...Mor Menekşeler 'deki bir karakter üzerine başka bir çizerle apayrı bir kitap hazırlıyorlardı ama çizerin temposundan dolayı askıya alındı diye biliyorum...Aynı şekilde Berat Pekmezci ile beraber Fitbol Dergisi için hazırladıkları Payidar 'ın eski ve yeni bölümlerinden oluşacak albüm projesi de askıya alınan ya da ertelenen projelerden biri oldu...

    Ben Cantek 'in araştırmalarını sevsem de, çizgi roman yazınına bir türlü ısınamadım...Grafik roman vurgusuyla ötekileştirdiği ve önemli göstermeye çalıştığı üretimlerini de hep bir parça yapay buldum...Çok birikimli ve dolu bir adamın, çok konuşulmasını istediği ve derin olmasını amaçladığı ama bu yolda tam anlamıyla muvaffak olamadığı denemeler olarak gördüm...Yine de çizgi roman için hunharca çabalamış ve emek harcamış ender insanlardan olduğu için üretkenliğine her zaman saygı duydum...Umarım Bozkır dizisine yönelik tepkiler beklediğinden daha olumlu bir şekilde kendisine döner...Yine de ben Cantek ile çalışan çoğu çizerin tasvirlerindeki gibi donuk ve ''ne oldum'' havasındaki karakterleri ve derin laflar etmeyi pek seven diyalogları dolayısıyla şans vermeksizin pas geçtim diziyi...Çok büyük bir hata yapmış olabilirim bu önyargım dolayısıyla...Zaman gösterecek artık... ::)

    Not: Fitbol Dergisi 'nden bahsederken yanlış yazmadım, derginin adı Futbol değil Fitbol idi...Kelimenin bir zamanlar gerek çocuk, gerek yetişkinlerce bu şekilde telaffuz edilmesinin nostaljisinden ötürü yapılmış bir tercih u 'nun i 'ye dönüşmesi...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

Hayal Kahvem

Ferzan, senin yorumunu okuyunca, bir vakitler yazdığım bir yazım aklıma geldi. Bak ilk paragrafını aynen yapıştırıyorum:

"Taraftar ruhlu olmak diye bir deyim var mı bilmiyorum? Eğer yoksa bile artık var. Çünkü  şimdi  ben uydurdum.. Size bir şey söyleyeyim mi benden ne hakim olur ne de sinema eleştirmeni. Neden mi?  Çünkü ben asla taraf tutmadan duramam ki. Sevdi mi ölümüne sever, diye bazı insanlar için haybeye söylenmemişler. İşte onlardan biriyim ben. Eğer sevdiysem, mümkün değil  asla kusur görmem.

Siz bir oyuncunun  ya da yazarın takım tutan fanatik taraftarı gibi seyircisi ya da okuyucusu  oldunuz mu hiç? Uzun zamandan sonra film çevirmişse ya da yazmışsa hele, büyük bir heyecanla  filmini seyrettiniz ya da kitabını alıp okudunuz mu? Takımını çılgınca tutan taraftar, gol atınca takımı   kanatlanıp uçar, gol yiyince ise salya sümük ağlar ya... Ben de  sevdiğim yazarın kitabını okurken, her satırının ritminde yazarla dans ettiğimi hissederim ya da yazmadıysa uzun zaman  içimi efkar kaplar ve derin bir  "off" çekerim. Sevdiğim oyuncular ve yönetmenler için de durum aynen böyle. Sevdiğim oyuncuların ve yönetmenlerin filmlerini  sabırsızlıkla beklerim. Koşulsuz bir sevgi durumu bu... Gülmeyin öyle... İlla ki  vardır benim gibi birileri.. Duygularını abartmaktan hoşlananlar hani..."

Yaa işte Ferzan... Bende vaziyet böyleyken böyle . ::)


ferzan

    Yanlış anlaşılmak gibi olmasın, ben Cantek üretimlerine yönelik beğeninizi sorgulayıp bunun üzerinden burun kıvırmadım...Kimsenin hatırlamadığı Bozkır çizgi romanını ve 2016 yılındaki Cantek ve genel yerli üretimleri hatırlatıp vurgulamak, bununla birlikte Levent Cantek 'in bundan önceki dizi projelerinden bahsetmek istedim...Bunları yazmışken de daha önce ayrı başlıklarda benzerini sarfetmiş olduğum Cantek üretimi yorumlarımdan birini yaptım...Maksadım kendi üstün ve seçkin varlığımla bu naçiz üretimleri yeraltı katmanlarına havale edip göklerdeki seyrime devam etmek ve ayrıcalıklı beğenimle insan ırkını küçümsemek değil... :)  Ben de sizin gibi kayıtsız şartsız ilgimi çeken her üretimi ve üreticisini markaja alırım ve övmek kadar eleştirmeye de bayılırım...Levent Cantek, yerli çizgi roman için en fazla ter dökmüş ve nice çizerleri kabuğunu kırmaya zorlamış biri...Bloğu Derin Hakikatler 'i gün sektirmeden takip eden, şimdiye dek emek verdiği her kitabı, dergiyi ve çizgi romanı alıp okumuş ve ürettikçe alıp okumaya devam edecek biri olarak içimden geldiği gibi yazmak, talep edilmediği halde dipnotlar düşmek ve şahsi yorum ilave etmek gibi lanet bir alışkanlığım olduğu için çokça yanlış anlaşıldığım, çokbilmiş yahut gömücü yaftası yediğim oluyor...Oysa ben de uzman değilim, sizin gibi okuyan, izleyen ve okuyup izlediklerinden tat almaya çalışıp bunu yorumlamayı seven tutkulu bir anlatı tüketicisiyim...Siz yine de heves baltalayan çatal dilim ve itici yazınım için kusuruma bakmayın...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

Hayal Kahvem

Binlerce kasırga aşkına!  Çatır çatır nasıl yazıyorsun abi böyle... Hiiç yanlış anlamadım inan.  Gayet güzel yazmışsın düşündüklerini... Dert etme.
Bu arada Bozkır'a da bir ara göz atarsan sevinirim.  Dizi hakkındaki yorumunu acayip merak ettiğimi itiraf etmeliyim.  :D



Hayal Kahvem


"Kim Bana Söyleyecek Benim Kim Olduğumu?

Kral Lear, ilk kez 1606 yılının Aralığında Noel şenlikleri sırasında oynanmış. Kral Lear, Büyük Britanya'nın Hıristiyanlık dönemi öncesi krallarından biriymiş ve
Shakespeare'den önce de ele alındığı için Shakespeare'in tregetyasını yazmadan önce bu kaynaklardan faydalandığı düşünülmekteymiş.
Ayrıca eleştirmenlerin çoğuna göre Kral Lear, Shakespeare'nin dört büyük trajetyasının en değerlisi, hatta en yüce yapıtı olarak görülmekteymiş. 
Çünkü Kral Lear, Shakespeare'in öteki oyunlarından ayrılarak, insan kişiliği üzerine kurulu ruhsal bir dramın sınırlarını aşan, tüm evreni kapsayan bir tragedya niteliğini taşımaktaymış.

Prof. Dr. Mîna Urgan'ın ruhuna rahmet... Shakespeare ve Hamlet adlı kitabını yıllar önce edinmiştim. Okudun mu derseniz? Yooo... Sadece sayfalarına göz gezdirmiştim.
Lakin bu kitap kadim bilge edasıyla kitaplarımın arasına yerleşmişti ya, sevinmiştim.  Sanırım zamanı  şimdi geldi. Kitap kendini bana hatırlatıverdi.

Benim öğretmen kardeşle, oyunun ilk oynandığı tarihten 413 sene sonra Haluk Bilginer'in oynadığı  Kral Lear oyununa gideceğiz de... Gitmeden Mina Urgan'ın yorumlarını okumak istedim. 

Mîna Urgan, bencileyin kıt bilgili birinin bile anlayabileceği şahanelikle enfes bir kitap yazmış. Önce Shakespeare'nin yaşam öyküsüyle başlamış. Çok enteresan... 
Yazarın ilk yirmi sekiz yılına ait bütün bilinenler resmi belgelerden öğrenilenlermiş. Ne bunlar biliyor musunuz? 1564 yılına ait vaftiz töreni tarihi,
evlendiği ve çocuklarının dünyaya geldiği tarihler... O kadar. Hakkında çok sayıda araştırma yapılmasına rağmen, meğer Shakespeare hakkında bilmediklerimiz bildiklerimizden çokmuş.

Mesela, çocukluğu nasıl geçti, nerelerde okudu, hangi koşullarda evlendi, mutlu bir evlilik mi yaşadı,  doğduğu kasabadan neden ayrıldı,
Londra'daki hayatı nasıldı, tiyatroya ne zaman ve nasıl girdi,  dinsel inancı neydi, 52 yaşına kadar yaşadığı halde 48 yaşından sonra neden yazmadı,
hangi hastalıktan öldü, yüzünü ve tipini, tek el yazması ya da mektubu olmadığı için el yazısını  kesin olarak bilmiyormuşuz.

Belki bu okumalarım ve  yazım sayesinde Shakespeare'in  adını doğru yazmayı öğrenebilirim diye düşünüyordum ki, o ne...
Shakespeare'in kendi adını nasıl yazdığını bile bilmiyormuşuz. Kesin olmamakla birlikte üç vasiyetname üç de başka resmi belgelerde imzası varmış.
Shakespeare, Shakesper, Shakespere gibi değişik biçimlerdeymiş. Shakespeare yazımı, yazarın vasiyetnamesindeki imza olduğu için bugün herkesce benimsenmiş.  Neyse, dedim kendime. İyi bari:)

not- başlık kral lear oyunundan