Edebiyat Muhabbetleri

Başlatan V, 15 Temmuz, 2010, 22:08:56

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

hanac

Evet bu Travis Louie kesinlikle çok garip.




Hayal Kahvem

         
     


Bu fotoğraftaki genç kadın, 1921-1995 yılları arasında yaşamış, Amerikalı psikolojik gerilim romanları yazarı ve yirmi kadar filme
kaynaklık etmiş Patricia Highsmith.. Allahım! Bu yazarın kitaplarını şiddetle okumak istiyorum. Geçen akşam Yetenekli Bay Ripley'i
bilmem kaçıncı kez tekrar seyrettim. Bu filmi seyretmeyi çok seviyorum.
Bir kere film İtalya'da geçiyor. Anlayacağın filmin görüntüleri müthiş... Sonra müzikleriyle bu filmi seyretmek büyük bir keyif... Ayrıca
oyuncularına ne diyeceksin?
Tom Ripley rolünde Matt Damon, Marge rolünde Gwyneth Paltrow, Dicki rolünde Judi Law... Ovv! Daha ne olsun... 1999 yılında
çevrilmiş bu film...Oyuncular çok daha gençler tabii.. Oyuncularıyla, görüntü ve müziğiyle bu filmi seyretmekten usanmıyorum. Sadece
oyuncular, görüntüler, müzik nedeniyle bu filmiseyrediyorum dersem büyük bir haksızlık yapmış olurum. Esasında ben filmin senaryosunu
acayip beğeniyorum. Bu film sanki Dostoyevski romanı seyrediyormuşum tadı veriyor. Neden biliyor musun? Yetenekli Bay Ripley gerilim
drama cinsi bir film.. Filmde cinayetler işleniyor. Ve aynı Suç ve Ceza'daki gibi katil en baştan belli. Katilimiz pek çok konuda yetenekli mi
yetenekli Bay Ripley... İlginç bir tiptir Bay Ripley... Soğukkanlı bir katildir. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sındaki kahraman Raskolnikov'u biliyorsun değil mi?
Aaa.. İki kahramanın da isimlerinin baş harfi de aynı.. Şimdi yazarken farkettim. Şaka gibi... Ayrıca filmi seyrederken her seferinde kendi kendime
diyorum ki... Sanki Ripley, Raskolnikov'un ruh ikizi mi?
Saçma belki ama nedense aralarında böyle bir benzerlik buluyorum. İyi ki sinema yazarları okumuyorlar beni... Raskolnikov Suç ve Ceza'da
başkalarını sömüren tefeci kadını öldürüp nasıl kendini haklı görüyorsa, Ripley de aynı kafada gibi geliyor. Çünkü Ripley'de işlediği her cinayette
kendini haklı görüyor. Diyeceksin ki her katilin kendine göre haklı sebebi vardır. Tam izah edebileceğimi sanmıyorum.
Ama şunu çok iyi biliyorum. Yetenekli Bay Ripley'i seyretmemin en büyük nedenlerinden biri Dostoyevski kitapları lezzetinde olması...
Filmi izleyip gene aynı kanaat uyanınca bende, bu kez kim yazmış senaryosunu diye baktım.
Aaa! Bu film yukarıda fotoğrafını koyduğum Patricia Highsmith'in romanından sinemaya uyarlanmamış mı? Ne hoş! 




Hey! Bak ne öğrendim... Amerikalı yazar Patricia Highsmith'in 1955 yılında yazdığı Yetenekli Bay Ripley adlı romanı ilk kez 1960 yılında sinemaya
uyarlanmış. Fransa İtalya ortak yapımı bu filmin adı bu kez Kızgın Güneş. Bu filmi merak edince, buldum buluşturdum ve dün gece seyrettim.
Bayıldım. O kadar benziyor ki 1999 yapımı yeni filmle..Hem bil bakalım Bay Ripley'i kim oynuyor bu filmde? Alain Delon! Heyy! Tam gençlik yılları...
Sahi Alain Delon nerelerde? En son hangi filmini seyrettim acaba bilemedim şimdi...
Film gene İtalya'da geçiyor ya görüntüler müthişti. Müzik, oyuncular.. Seyri çok keyifliydi.. Alain Delon tam Raskolnikov gibiydi iyi mi?
Neren çıkarıyorum böyle şeyleri?
Dostoyevski'nin Raskolnikov'u kim, Patricia Highsmith'in Ripley'i kim diyeceksin biliyorum. Bu hafıza enteresan bir kutu gerçekten..
İnsanın elinde değil ki... Nasıl oluyorsa oluyor bildiği o iki kahramanı hafızada ilgili çekmecelerinden çıkarıyor ve hooop yan yana getiriyor...
Ne bileyim neden böyle yapıyor? Fakat ben seviyorum bu çağrışımları... Bir şey daha yazmalıyım... Dün gece eski yapım film bitti ya sonunda
FIN yazdı... Aaaa! Kalakaldım... Yeni yapım filmin sonuna aceleyle baktım. FIN ya da THE END yazmıyor...
Film bitiyor ve filme katkı yapanların isimleri yazıyor o kadar... Eskiden filmlerin sonunda gerçekten SON, THE END, FIN yazmaz mıydı?
Yazardı inan ki.. Artık yazmıyorlar galiba...Çünkü çok şaşırdım FIN diye görünce... Hayret edilecek şey! Oysa ne güzeldi film bitince SON yazması.
Sanki cümle bitince sonuna konulan tek nokta gibi.
Bu yazı ne zaman bitecek diyorsun değil mi? Uzattım gene anlıyorum seni... İşteeee... BİTTİ.












alan ford

  Eh. Hitchcock'un Trendeki yabancılar'ını da seyredin o zaman bir an önce. Highsimith'in bu ilk romanının senaryosunda , bir başka sıkı polisyeci Raymond Chandler'in parmağı vardır.Film taam bi şaheserdir benim için. Kitabı okumak isterseniz ne yapıp ne edip  Metis yayınlarından çıkan ve Tomris Uyar'ın muhteşem diliyle Türkçeleştirdiği baskısını bulun.
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

kedidiro

  ortalığın best seller polisiye romanlarla dolu olduğu dönemde aynı zamanda edebiyat olan bir eserle veya yazarla karşılaşmak gerçekten pek kolay değil...patricia highsmith bu  kakofoni ortamında iyi bir sığınak...ben de polisiye sever çizgi roman ve edebiyat dostlarına dashiel hammet'i ve onun kısacık ama etkili romanı 'ince adam'ı tavsiye ederim...

rumar80

   Filmde başarılı genç oyuncular dışında (Matt Damon'ı burada ilk kez çok beğenmiştim) bence Anthony Mingella'nın usta işi yönetmenliği de atlanmamalıdır. Ripley'i çok güzel anlatmıştır. Daha sora John Malkovich'in Ripley'i canlandırdığı Ripley'in oyunu adı ile bir uyarlama daha çekildi ama bende aynı tadı veremedi.

Hayal Kahvem


Selam Alan Ford, Trendeki yabancılar'ı bulup seyredersem var ya trenle seyahat etmek istiyorum yazı dizilerimin ardı arkası gelmez:)
Bir hafta sonu Alfred Hickcook'un Kaybolan Kadın adlı filmini seyretmiştim. Başından sonuna trende geçiyordu. Arkasından hemen şunu yazdım:))


                                   

Hafta sonu evde seyrettiğim, Alfred Hitchcock'un Kaybolan Kadın adlı filmi, başından sonuna trende geçiyordu. O kadar heves ettim ki trenle seyahat etmeye.
En son ne zaman trene bindiğimi düşündüm. Düşündüm. Düşündüm. Hatırlayamadım yeminle. Yoo, yurtdışında binmişimdir illa ki. Benim istediğim memleketimde
bir şehirden diğerine trenle gitmek. İstanbul'a değil ama. Uzun bir yola. Mesela canım pastırma ya da bir kaşığa 40 tane sığan mantıdan yemek için Kayseri'ye gitmek istese,
İzmit'ten Kayseri'ye tren var mıdır ki? Yolculuk kaç saat sürer peki? Gece binsem trene. Şöyle muhabbeti yerinde insanların oturduğu bir kompartımana denk gelsem..
Hatta yanımda bağlamam da olsa. Henüz çok öğrenemedim ama, iyi bağlama çalıyormuşum mesela. Şimdi yazdığım bir hayali yazı ya!.. Ben çalsam, hepbirlikte türkü söylesek.
Hangi türküler var Kayseri ile ilgili ki acaba? İlla Kayseri türküsü olmasın canım. "Çemberimde gül oya, Gülmedim doya doyaaa" diye başlıyormuşuz.
Sonra yolculardan biri Ege'li olduğu için, bir efe türküsüne geçiyormuşuz. Vuruyormuşum bağlamamın tellerine... "Şu Dalma'dan geçtin mi? Soğuk sular içtin mi?
Efelerin içinde, Yörük de Ali'yi seçtin mi?" diye çevreyi rahatsız etmeden, usul usul çalıp söylüyormuşuz. Hatta Ege'li yolcu dayanamayıp kalkıyormuş yerinden de,
"Hey gidinin efesi, efelerin efesiii" diye dizini yere vura vura hem türküyü söyleyip hem de oynuyormuş. Of ya! Şahane olur vallahi. Şimdi ben bu hayalde
Karadeniz türkülerine hiç geçmesem keşke. Yoksa kendi hayali yazdıklarımdan, kendim etkileneceğim gene... Bulacağım bir deli horon müziği...
Ayağımı yere vura vura oynayacağım... Evi ayağa kaldıracağım. Of ya! Trenden nasıl geldim ben deli horona? Hey!! Aklıma ne geldi biliyor musun?
Kemençe çalmayı öğrensem mi acaba?


                           



Hayal Kahvem


Selam Kedidiro,


Alıntı yapılan: kedidiro - 23 Ocak, 2011, 19:44:03
  ortalığın best seller polisiye romanlarla dolu olduğu dönemde aynı zamanda edebiyat olan bir eserle veya yazarla karşılaşmak gerçekten pek kolay değil...
patricia highsmith bu  kakofoni ortamında iyi bir sığınak...ben de polisiye sever çizgi roman ve edebiyat dostlarına dashiel hammet'i ve onun kısacık ama etkili romanı 'ince adam'ı tavsiye ederim...

Bulabilir miyim bu kitabı? Arayacağım:) Teşekkür ederim.

                                 

Hayal Kahvem

Alıntı yapılan: rumar80 - 23 Ocak, 2011, 19:54:33
   Filmde başarılı genç oyuncular dışında (Matt Damon'ı burada ilk kez çok beğenmiştim) bence Anthony Mingella'nın usta işi yönetmenliği de atlanmamalıdır. Ripley'i çok güzel anlatmıştır.
Daha sora John Malkovich'in Ripley'i canlandırdığı Ripley'in oyunu adı ile bir uyarlama daha çekildi ama bende aynı tadı veremedi.


Selam Rumar,

Vallahi ne desem bu filmin hastasıyım:) Oyuncularından, görüntülerine, müziğinden, senaryosuna... Şey tabii  senaryo yazarının bir kadın olduğunun altını
kırmızı kalemle çizmeliyim :D

kedidiro

  selam sayın hayal kahvem
      benim okuduğum baskı da sizin resmini koyduğunuz baskı idi...ilkokul 1. sınıftan beri kütüphane kartı sahibi bir okur olarak bu kitabı da kütüphaneden alıp okumuştum...mesajınız üzerine birkaç siteye baktım ama büyük ihtimalle yeni baskısı yok...sahaflara bakmak gerekecek galiba... ama kitaplığa konması şart bir polisiye olduğunu tekrar edebilirim.ilginize teşekkürler

alan ford

  Bir zamanlar Metis bilim kurgu sersinin mottosuydu.

Bilim kurgu edebiyattır, iyi bilim kurgu iyi edebiyattır

Sonra aynı lafı polisye için de duydum .

Polisye edebiyattır, iyi polisye iyi edebiyattır

Daha duymadım ama kesin birileri söylemiştir:

Fantastik edebiyattır, iyi fantastik iyi edebiyattır

Hepsi ana akım edebiyatta üvey evlat muamelesi görmüş türler. Ama madem bu aralar polisyeden bahsediyoruz ben de iki nevi şahsına münhasır adamdan bahsedeyim.,

1- Pazar akşamlarımı kilitleyen, Ankara emniyetinin arıza cinayet masası komiseri, biraz şehir köpeği kılıklı, Behzat Ç.  Edebiyat aleminden ekranlara teşrif etmiş.  Yazarı Emrah Serbes senaryoya da katkıya bulunuyor bildiğim kadarıyla. Kitapları okumadım hala ama listemdeler.. dizi ise son zamanlarda izlediğim açık ara en iyi dizi. Arka Sokaklar gibi, polis dizisi olmasına rağmen,polisyeden başka her şeye benzeyen şeylerden değil. Tam aksine zekice yazılmış senaryosu , başta Erdal Beşikçioğlu olmak üzere muhteşem performans gösteren oyuncuları ve memleket meselelerine kayıtsız kalmaması ile benim gönlüme taht kurdu. Keşke birileri de çizgi romana uyarlasa. Hatta Emrah Serbes çizgi roman için yeni senaryolar yazsa.

2- Polisye de yazan bir yazar. Daniel Pennac. Üstelik çizgi romana da yabancı değil. Red Kit Pinkerton'a Karşı macerasının senaristlerinden. İşi günah keçiliği olan Benjamin Malaussene ve onun 32 kısım tekmili birden şenlikli ailesini anlattığı polisye dizisi'nin ilk üç kitabı vakti zamanında Metis yayınlarından yayımlanmıştı. Gulyabaniler Cenneti, Silahlı Peri ve Yazı Satıcısı Kız.
Ailenin en büyük ağabeyi Benjamin ve babaları faklı dokuz kardeşi(eh birde çapkın anne var tabii ki), üstüne üstlük saralı köpeklleri Julius ,Benjamin'in  sevgilisi Julia teyze ve Paris'in banliyösü Belleville'in 72 milletten insanı. Ortam o kadar eğlenceleki, katili merak etmeye bile fırsat bulamıyorsunuz bazen.

3- Son olarak Metis Polisye reklamı gibi oldu ama Dashiel Hammett'in Kızıl Hasat'ı da vakti zamanında bu seride yayımlanmıştı. Yazarın yazarının adını anmışken, çok sevdiğim bu kitabını da hatırlatayım dedim. Ben de bu arada İnce Adam'ı bulup okuyayım.
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

Hayal Kahvem

Selam Alan Ford

Şahane bir bilgilendirme yapmışsınız. Ellerinize yüreğinize sağlık.. İnce Adam'ı bulup okuyan varsa.. keşke anlatsa:)

Hayal Kahvem

     
                                               

                 
bölünük bir hayat bu, şimdi yaşadığımız..
            hem de eklem yerinden, hemi de "kaaaart" diye bölündük..
               öyle çabuk ki her şey, yüzüme yetişemiyorum.. bırrr
       


                                                   


                                    bu hayatta biz neredeyiz.. sahip miyiz, köle miyiz..
                               taşeron muyuz.. öznesiz sürtüyoruz.. yenilgiler "teori" oluyor en fazla..
                             beden beynin pratiği.. ikisi de eskiyor, eksişiyor, aksıyor zamanla.. bırrr

                                                                                                 
                                                 

                  bu ayaklar beni yürümüyor.. bu eller, beni tutmuyor..
                             bu yürek, beni hissetmiyor.. bu beyin, beni anlamıyor..
                               bu vücut, beni yarı yolda bırakıyor.. kendi bedenimdeyim,
                               fakat kendim nerdeyim.. içim içimde durgun, yine kime nöbetteyim.. bırrr



                                                                                                       METİN ÜSTÜNDAĞ



Hayal Kahvem




Gece Güzelliği'nden Kahve Molasına Yolculuk

                       

Birgün gazetesinde yazılarını takip ettiğim Onur Caymaz'ın Gece Güzelliği adlı öykü kitabını  geçen hafta satın almıştım. Okumamıştım ama.. Kitaplığımın hemen yanında ince uzun bir masa vardır. Bu masanın üzerinde, satın aldığım ve henüz okumadığım kitaplar durur. Burası  eve yeni gelen kitapların bir nevi demlenme yeridir  diyebilirim. Arada bazılarını elime alırım. Sayfalarını dalgalandırırım.  Bazan eğer biraz vaktim varsa  masanın hemen yanı başındaki koltuğa otururum.  Bu akşam  oturamadım da masadaki kitaplara  ayaküstü baktım. İşte o ara Gece Güzelliği elime geldi. Kitabın fantastik bir kapak resmi vardı. Açtım ilk sayfasını. Girizgahında Şair Dertli'den iki dize konmuş. Şöyle:  "yüz bin aman dedim bir buse aldım / hasılı ömrümün kan bahasıdır."  Hoşuma gitti. Dayanamadım. İlk öyküsüne usulca gözattm. Adı "Küçük İkramlar." Okusam mı acaba diye aklımdan geçti. Fakat hemen evden çıkmalıydım. Öyküsünü ilk kez okuyacağım  bir yazardı Onur Caymaz. Böyle aceleyle değil hakkını vererek okumalıydım. Ayaküstü satırlarının arasında dolanırken  "Kahve deyince duracaksınız" diye bir cümlesine rastladım. Güleceksin bana ama  durdum ne yalan söyleyeyim. Tiryaki meşrepli olduğumu daha önce söylemiştim. Ben sevdiğim yazarların öykülerine olduğu gibi  ayrıca kahve tiryakisiyim. Onur Caymaz acaba kahve için ne yazmış diye merak ettim.


                             


Yazar, kahve gibi kırk yıl hatırı olan başka bir şey var mı diye soruyordu? Çok haklı. Yok vallahi. Bir fincan kahve ikram etti mi biri size, kırk yıl hatırı kalır sizde.. Onur Caymaz anlatıyor, eski zamanlarda padişaha kahve ayrı bir cezvede pişirilirmiş.  Bir bardak su ile ikram edilirmiş. Günümüzde  kahve ve su gene  birlikte ikram edilir edilmesine de o vakitler neden böyle yapılırmış biliyor musun? Padişah kahvesini içmeden önce, parmağını kahve fincanına daldırır, o kahveli parmağını sonra su dolu bardağa sokarmış. Su mavi renk alıyorsa fena, kahve zehirli demekmiş zira. Ne hoş! Bunu bilmiyordum inan ki. Biraz kitaba göz gezdireyim dedim. Daha denk gelip okuduğum ilk paragrafta  kahve konusunda bunları öğrendim. Şimdilerde gene Türk kahvesiyle bir bardak su getirilir ya... Ne yapılır ama?  Önce kahve ardından su içilir. Oysa kahve içmeden su içilmeli, ağız çalkalanıp kahveye hazır hale getirilmelidir. Türk kahvesi içmenin raconu böyledir.  Diyor ki Onur Caymaz "Sevdiği şeyin tadı, mümkün olduğunca çok kalmalıdır insanın ağzında." Çok haklı. Yok, dayanamayıp yazarın sevdiğim bir kaç cümlesini daha yazacağım...  Diyor ki: "Gönlümün yarısı telvenin masal kokusuyla doludur; güzelim kahverengisi, hırçın esmerliğiyle. Yarimdir telve." Ne hoş cümleler.  Burada kesmeliyim. Bekleniyorum. Gitmeliyim. Dur. Son bir şeyler yazacağım. Zaten Hayal Kahvem blog değil, twitter vaziyetinde. Her fırsatta  yazıyorum ya aklıma ne gelirse... Neyse... Şimdi Onur Caymaz'la,  Gece Güzelliği adlı kitabı sayesinde böyle ayaküstü kahve hasbihali yapınca,... Bu kez İskender Pala'nın  Kahve Molası adlı kitabında  anlattığı gerçek bir olayı yazacağım devamında... Bilirsin Türk kahvesinin bizim geleneksel kültürümüzdeki yeri çok önemlidir. Günümüzde  yabancı kahvelerin memlekete iyice yerleşmesiyle neskafe, ekspresso, latte, cappucino  gibi alışkanlıklar Türk kahvesinin yerini almaya başladı ya... Nerdeyse bizler değil yabancılar daha sahiplenir oldular Türk kahvesini... Anlatılan olay bu duruma tam bir gönderme... Turist taşıyan bir otobüs İstanbul'da asırlık bir çınar altı kahvesinde mola vermiş. Muavin kahvehanenin görevlisine otuzbeş turist ile kendisi ve şöförü kastederek seslenmiş:

- 35 Türk kahvesi, iki neskafe!

Fena mı? Ayak üstü Gece Güzelliği'nden Kahve Molası'na yolculuk yaptık işte.  Şimdi gitmeliyim.  Evden çıkarken dedim ki kendi kendime...  Dönüşte Gece Güzelliği'ni mutlaka okur bitiririm. Böyleyken böyle!




V





Güneşin ıslattığı
Tek şiir benimkisi;
Dikizlerken yarına buz tutmuş kıskançlıkları.
İpimden kurtulmuş bir kuklayım şimdi,
Rüzgarın sırtından geçinen,
Şiveli yalnızlıklarla
Avunan..

-JDS-

"İstemem,eksik olsun.."

kalidor

Mehmet Sait Çakar'ın İnsan Zekasını Hiçe Sayan Kitap diye bahsettiği "İstanbullular" hakkında yazmış olduğu bir makaleden alıntı:

Buket Uzuner dört-beş yıl emek vererek yazdığını söyledi İstanbullular kitabını. İlgili kitabının çizgi roman versiyonunun bugünlerde çıkması vesilesiyle bir göz atayım, belki okuyabilirim dedim. Atlaya atlaya geçebildim. Tatsız tuzsuz, insan zekâsını hiçe sayan bir metin... Bazı yazarlar vardır ki okunmamak için yazarlar. Gene de ünlenirler, bilirsiniz.

..........................
İstanbullular'da geleneksel başörtülü, tuvalet temizlikçisi bir tip(hatta karakter) var: Hasret Sefertaş. Bunun konuşmaları hep evlere şenlik: "Ama öyle başını sımsıkı bağlayacan, içine ayrıca örtü takacan, tepene röntgen filmiyle hotoz yapcan, yok saçın görünmüş, görünmemiş hesabı yoktur bizde, bunlar yeni moda oldu anam. Bizimki görenekten, alışmışız işte..."

Karakterlerin yerli olanlarının soyadında hep "sefer" kelimesi geçiyor. Bu bir buluş ama berbat ötesi bir buluş. Güya havalimanı+yolculuk bağlamında soyadlarda "sefer" var: Hasret Sefertaş, Üzeyir Seferihisar, Aleyna Gülsefer, Ayda Seferyan, Yannis Seferis.

Romanda Aleyna Gülsefer, "türban" yasağı sebebiyle ABD'de okumaya gidecek olan makyajlı, Vakko başörtülü "salak" bi kızdır. Hasret Sefertaş'la bitirelim. Havalimanındaki temizlik şirketinin ona verdiği üniformayı giyerken eydür: "Söylemesi ayıp, bu pantol da pek bi yakıştı bana, azcık kıçım çıktı ama o kadar da olcak, kıçsız, memesiz karı mı olurmuş anam?"

Makalenin tamamı için http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=5537
Crom! Ölüleri Say...